27 Aralık 2008’de İsrail, dörtte üçü mülteci olan 1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi’ne hava saldırılarına başladı. Bunlar, Gazze’nin sınırları kapalı olduğu için savaş mültecisi olamıyorlar. Bir hafta içinde, hastaneler, camiler, bakanlıklar, fabrikalar ve okulların enkazı arasında İsrail, “akıllı” bombalarına göre sivillerle savaşçılar arasında daha da ayrım gözetmeyeceği kara saldırısını başlattı. Saldırının on dördüncü gününde, ABD’nin ilk Afrikalı-Amerikan başkanının coşkuyla göreve başlamasından hemen önce Temsilciler Meclisi “İsrail’in Gazze’den gelecek saldırılara karşı kendisini korumaya hakkı olduğunu tanıyan, ABD’nin İsrail’e kuvvetli desteğini teyit eden ve İsrail-Filistin barış sürecini destekleyen” Karar 34’ü çıkardı. Böylece saldırılar da devam etti. Saldırıların sona erdiği 18 Ocak 2009’da yaklaşık 1,400 Filistinli ölmüştü, bunların en az 400’ü de çocuktu.
İsrailli yetkililerin Dökme Kurşun Operasyonu’nun başarısından gözleri parladı. Lübnan’da 34 gün süren ve 120 İsrail askerinin ölümü, Hizbullah hareketinin çabucak kendisini toparlaması ve İsrail toplumunun öfkelenmesine yol açan saldırıların aksine Gazze’de dördü dost ateşinden olmak üzere sadece dokuz İsrail askeri öldü. Hırpalanan Gazze de İsrail’in batı cephesini pek de tekin olmasa da sükûnete kavuşturdu. “Şüpheli görünen her şeye ateş edin” şeklindeki askeri strateji başarılı olmuştu ya da Devlet öyle olduğunu sanıyordu.
Nisan 2009’da, 47 üye ülkeden oluşan hükümetler arası bir kuruluş olan ve belli BM Sözleşmeleri’yle uygunluğu denetleyen antlaşma yapıcı kurumlardan ayrı olan BM İnsan Hakları Konseyi, saldırı sırasında İsrail tarafından işlendiği iddia edilen savaş suçlarını araştırmak üzere bir Araştırma Heyeti kurdu. İsrail, Hamas’ın değil sadece İsrail’in savaş suçlarını araştırdığı için önyargılı olmakla suçlayarak heyetin yetkisini reddetti. Heyetin başkanı Hâkim Richard Goldstone, heyetin yetki alanının Hamas tarafından işlendiği iddia edilen suçları da kapsayacak şekilde genişletileceğinde ısrar etse de İsrail’in protestosu dinmedi.
Savaş usul ve vasıtalarıyla işgal hukukunun uygulanmasını düzenleyen mevcut hukuki düzene karşı İsrail’in geniş çaplı mücadelesi ışığında, İsrail’in bu inatla reddi çok tutarlıdır. Orta Doğu’daki en büyük nükleer güç, savaş hukukunu devlet dışı aktörleri de içeren silahlı ihtilaflara kadar uzatan Cenevre Sözleşmeleri’nin Ek Protokollerini (1977) ne imzaladı ne de onayladı. İsrail’in 163 devlet tarafından onaylanan Kanuni Değişiklikleri pervasızca ihlalleri, silahlı ihtilaf kanunlarına meydan okumak üzere kasıtlı teşebbüslerdir. İsrail, güvenlikle ilgili endişelerini gidermek için bu kanunların yeterince mütekamil olmadığı inanışındadır. İsrail Askeri Hukuk Müşavirliği Uluslararası Hukuk Bölümü’nün eski başkanı tarafından yapılan bu açıklamaya bir bakın:
Bir şeyi yeterince uzun bir süre yaparsanız dünya onu kabul eder. Tüm uluslararası hukuk, bugün yasak olan bir eylemin, yeterli sayıda ülke tarafından yapılırsa yarın hoş görülebileceği düşüncesine dayanır. Uluslararası hukuk, ihlallerle gelişir. Biz, hedefli suikast tezini keşfettik ve bunun için bastırdık. Önceleri tepkiler oldu ve bunun kolayca hukuki kalıba dökülmesi zorlaştı. Ama sekiz sene sonra artık bu, meşruiyet hudutlarının tam göbeğinde yer alıyor.
Bu yüzden, İnsan Hakları Konseyi’nin araştırma heyeti kurması, İsrail’in hukuki düzene sistematik olarak meydan okumasına doğrudan bir karşı koyuştur. Bundan dolayı İsrail, Heyet, Konsey, Rapor, Hâkim Goldstone ve ekibini - nihai raporun özüne de karşı çıkarak - ihtilaf konusu yaptı. İsrail, bunlara çamur atarak, kendisi hakkında sadece kendisinin adil hüküm verebileceği bir düzen tesis etmeye çalışıyor. Goldstone Raporu, sonuncusu bizzat Hâkim Goldstone tarafından yapılmak üzere bu meydan okumalara direndi. Her ne kadar önemli tavsiyelerinden hiçbiri, bilhassa en önemli tavsiyesi olan meselenin adli soruşturma için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne havale edilmesi uygulanmamış olsa da raporun yalnızca sürekli ilgisi de bir hesap verme kriteri oldu.
BM’de Goldstone Raporu: Transatlantik Masa Tenisi
Eylül 2009’da ilk olarak yayımlanmasından sonra İsrail, Goldstone Raporu’nun üzerinin örtülmesi için ABD’yle birlikte birkaç teşebbüste bulundu. Bunların teşebbüsleri, 1990’ların sonlarındaki daha başarılı çabaları hatırlattı. O zaman ABD, İsrail’in 1996’da Kana’da UNIFIL karargâhını bombalamasıyla ilgili, zamanın BM Genel Sekreteri Butros Butros Gali’nin talimatıyla yapılan BM soruşturmasını rafa kaldırmıştı. İsrail, Nisan 2002’de Cenin mülteci kampına yaptığı saldırıyla ilgili olarak Genel Sekreter Kofi Annan tarafından yapılan soruşturma teşebbüslerini de püskürttü. İsrail önce soruşturmada tam olarak iş birliği yapacağını taahhüt etmiş, uzun bir süre geçtikten sonra taahhüdünden vazgeçmişti. Bunun üzerine Annan da heyeti dağıtmak zorunda kalmıştı.
Beka Kronolojisi: Ekim 2009 ve Nisan 2011 Arasında Goldstone Raporu
1 Ekim 2009: Raporun üzerini örtme teşebbüsleri, Mahmud Abbas başkanlığındaki FKÖ'nün hedef alınması ve onun Ekim 2009'da raporu, merkezi Cenevre'de bulunan İnsan Hakları Konseyi'nden çekmeye mecbur edilmesiyle başladı. Tüm dünyada Filistin sivil toplum örgütlerinden gelen öfkeli tepkilere gark olan FKÖ, raporu görüşülmek üzere yeniden konseye teslim etti ve rapor 25 ülkeden onay aldı.
5 Kasım 2009: Bir ay sonra kasım 2009'da New York'taki Genel Kurul, raporu 44 çekimserle birlikte 18'e karşı 114 oyla onayladı.
3 Aralık 2009: Buna istinaden Genel Sekreter Ban-Ki Moon, İsrail ve Filistinli taraflardan, kendi aleyhlerindeki savaş suçu iddialarını soruşturmalarını istedi.
14 Nisan 2010: Bundan sonra rapor yeniden Cenevre'ye geldi ve İnsan Hakları Konseyi, iç soruşturmaların uygunluğunu değerlendirmek üzere Bağımsız Uzmanlar Komitesi kurma kararı aldı.
23 Eylül 2010: Bağımsız Uzmanlar Komitesi, tarafların iç soruşturmalarını gözden geçirdi ve hiçbirinin yeterli olmadığını tespit etti. İsrail ve Filistinli taraflara, soruşturmalarındaki eksiklikleri gidermek üzere 6 ay daha süre verildi.
21 Mart 2011: İnsan Hakları Konseyi, ek süre verilmesine rağmen soruşturmalarda halen eksiklikler olduğunu tespit eden Bağımsız Uzmanlar Komitesi'yle diyalog içine girdi. İnsan Hakları Konseyi, daha sonra Goldstone Raporu'nun Cenevre'den alınarak, dava açılmak üzere Güvenlik Konseyi vasıtasıyla UCM’ye sevki için yeniden New York'ta Genel Kurul'a gönderilmesini 3’e karşı 27 oy ve 16 da çekimser oyla kararlaştırdı.
1 Nisan 2011: Hâkim Richard Goldstone, Washington Post’ta bir makale yazarak şimdi bildiklerini soruşturma yaptığı zaman da biliyor olması halinde daha farklı bir rapor ortaya çıkacağını ileri sürdü. Bu da raporla ilgili yeni tartışmalar doğmasına yol açtı.
14 Nisan 2011: ABD Senatosu, iki partinin de birlikte önayak olduğu bir çabayla, “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi üyelerini, yazarın Goldstone raporundaki temel bulguları reddetmesini göz önüne alarak raporu yürürlükten kaldırmaya, rapordaki bulgular istikametindeki Konsey eylemlerini yeniden düşünmeye çağıran” bir karar aldı.
Bilhassa Filistinli insan hakları kuruluşları olmak üzere insan hakları topluluğunun yaklaşık iki sene raporu özenle savunmasından sonra, tam da İnsan Hakları Konseyi’nin Goldstone Raporu’nu New York’ta Genel Kurul’a getirdiği ve burada BM Güvenlik Konseyi’nin raporu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne göndereceği bir zamanda Hâkim Goldstone’un yazısı, ABD ve İsrail’in raporun üzerini örtmek için sarılacakları son dakika fırsatı oldu.
Hem İnsan Hakları Konseyi’nin hem de Araştırma Heyeti’nin diğer üyelerinin rapora olan desteklerini teyit ettikleri göz önüne alındığında Goldstone Raporu’nun bu teşebbüslerden kurtulacağı kuvvetle muhtemeldir ama bu teşebbüslerden zayıflamış ve zedelenmiş olarak çıkacaktır. Her şeye rağmen rapor, ABD’nin veto gücünü kullanabileceği siyasileşmiş Güvenlik Konseyi’nin ellerinde, gelecekteki ateşten halkadan sağ çıkamayacak.
Hâkim Goldstone bu provokatif makaleyi yayımlamamış olsaydı bile Güvenlik Konseyi büyük bir ihtimalle Bölüm VII’deki yetkisini kullanmayacak ve raporu UCM’ye göndermeyecekti. Böyle bir sevk olmaması halinde de BM içinde birkaç hesap verme vasıtası vardır. Ev sahibi ülke olarak İsviçre’nin çağrısıyla Cenevre Sözleşmeleri’ne Yüksek Sözleşmeci Taraflar konferansı yapılması da bu vasıtaların arasındadır. Bununla beraber, İsviçreli ve Filistinli diplomatik temsilcilere göre, ABD ve onun Avrupa’daki bazı müttefikleri, böyle yapmaması için İsviçre’ye muazzam derecede baskı yaptı. Bu husustaki seçeneklerle ilgili olarak daha derin tartışmalar için BADIL'in Hesap Verme Yükümlülüğü’nün Yol Haritası’na bakılabilir. Görülecektir ki, Goldstone Raporu olsun ya da olmasın kanunen hesap sorulmasına giden tüm yollar, ABD ve İsrail kontrol noktaları tarafından emniyete alınmıştır.
Ek – Kanuni hesap verme yöntemleri: Meseleyi sokaklara taşımak
Bu aşılmaz engellerin farkında olarak uluslararası sivil toplum da boş durmadı ve İsrail’in Aralık 2008’de saldırıya başlamasından beri hükümetler ve uluslararası platformlar dışında da “hesap verme yükümlülüğü” mücadelesi verdi. Sivil toplum bu kapsamda ilk olarak kitlesel sokak protestolarıyla ateşkes çağrısı yaptı, sonra, operasyonun sona ermesinden itibaren de boykotlar, tecrit, yaptırım, sivil itaatsizlik ve Avrupa çapında evrensel yargı uygulamalarıyla İsrail’in uluslararası hukuk düzenini küçük düşürmesine meydan okumaya çalıştı.
Devletler ve bilhassa Cenevre Sözleşmeleri’ne Yüksek Sözleşmeci Taraflar, İsrail’in hesap vermesi için çok daha iyi pozisyonda olsalar da sivil toplum, savaş hukukunun gerçek kapsamı hususunda çok daha sarahatle hareket etti. Bundan dolayı, İngiltere ve İspanya’dan avukatlar, savaş suçlusu oldukları iddia edilen İsrailliler hakkında tutuklama emirleri çıkardılar. Milli Boykot Komitesi’ne göre Gazze saldırısı sonrasında başlatılan BDS faaliyetleri bir darbe indirdi, bu darbe İsrail’in Mavi Marmara’ya gerçekleştirdiği ölümcül saldırıdan sonra ikiye katlandı. Çünkü “Dökme Kurşun, 1960’ta Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı rejimindeki Sharpeville katliamına uluslararası tepkiyi andırır şekilde kamuoyunda bir dönüm noktasına işaret ediyor.”
Sivil toplum BDS ve hukuki çabaları hatırı sayılır derecede meyve verdi. Bu da İsrailli yetkilileri üçüncü taraf mahkemelerinde savaş suçundan yargılama çabaları için kullanılan “hukuk savaşı”, BDS kampanyalarının giderek artan etkinlik ve anlamı için kullanılan “gayrimeşrulaştırma” gibi yeni ibarelerde kendisini gösterir. İsrail Büyükelçisi Michael Oren, BDS’yi İsrail’in bugün karşı karşıya kaldığı en ciddi tehlike olarak ifade ediyor. Siyonist kuruluşlar, belli bir merkezi olmayan ve genelde gönüllülüğe dayanan bu kampanyalara karşı koymak üzere ABD’de en az 6 milyon ABD doları yatırımda bulundu.
Goldstone Raporu, siyasi saldırılara direnerek bir soruşturma yapma suretiyle BM’nin tarihi başarısızlığını sona erdirdiği için “hesap verme yükümlülüğü” mücadelesi bakımından abidevi bir vasıta oldu.
Rapor, devletler arasında siyasi irade eksik olduğu için henüz adalet ve hesap verme konularındaki taahhütlerini yerine getirecek potansiyele sahip değil. BM içinde etrafı sarılarak seyahatlerinden ve onun ABD ve İsrail’in yollarına taş koyma potansiyelinden de görüldüğü gibi feci şekilde siyasi irade eksikliği vardır. Aynı şey, eylemcilerin dünya çapında örgütlenmesi için söylenemez. Bunlar, kıt kaynaklarla İsrail ve onun şahin avukatlarını ciddi şekilde duraklattı. Uluslararası Adalet Divanı’nın Ayrılık Duvarı’yla ilgili hukuki mütalaasına benzer şekilde Goldstone Raporu da davalarına katkı yapabilir ama nihayette, insan gücünden kaynaklanan bu harekete İsrail’in dehşete düşüren akılsızlıkları ivme ve ilham veriyor.
Kaynak: Jadaliyya
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas