Koyu bir duman tabakası altında görünmez olmuştu Tahran, geçen hafta İstanbul'a gitmek üzere şehir dışındaki havaalanına giderken. Şehir halkı, özellikle bebekler için üzülüyordum, sıradağların nefesinin biraz olsun ulaştığı parklarda gezinirken.

Bir yazımda Tahran'ın üzerini kaplayan kirli havadan, devrimin kendini teknoloji yoluyla savunmaya kilitlenmesinin metaforu olarak söz etmiştim.

Güzelim mermerlerle, granit taşlarla ya da sarı kalkerle örülmüş, işlenmiş binalar bir is gömleği giymeye mecbur kalıyor.  İnsanlar kalender bir tavır takınıyor veya maske kullanıyorlar. Başkentte yaşamamak bir veya daha çok sebeple ellerinde değil. İsli katmanın derinlikleri ne pahasına olursa olsun mutlu parlak bir gelecek için keşfedilmeli.

Şehir topyekun bir bakışla öylesine gri ve boğunak ki var gücüyle birşeylerin rengini açmaya çalışıyor Tahran Belediyesi. Tahran hem duvar resimlerinin, hem de duvar bahçelerin şehri.

Ben İstanbul'dayken Nevruz hazırlıkları şehri sarmayı sürdürmüş ve her zaman bir şekilde erkene alınan tatil günleri başlamış. Bir hafta içinde yaşanan değişiklik göz kamaştırıcıydı. Son yağmurların da etkisiyle binalar ağarmış görünüyordu. Otoyolları saran duvar bahçeler rengarenk çiçek açmış; trafik tatil nedeniyle seyreldiği için, hava da berrak. Caddeler boşalmış, dükkanların bir kısmı kapalı, ortalığı dumana bulayarak trafik terörü estiren motosikletli gruplar göze görünmüyor.

Gerçi, 19 Mart'a denk düşen son çarşamba patlayıcılarının sesleri günler öncesinden duyulmaya başlandı. Türlerinin adlarını dahi bilmezken, seslerinden ayırt etmeye çalışıyorum; tek tek veya koro halinde patlıyorlar. Bazen ağır yaralanmalara hatta ölümlere sebep oluyor bu patlamalar.

Birileri hep abartır ve şiddete meyleder, yasak görmüş bayramın ateşi.

Bir yıldan öteki yıla kolayca geçmemek üzere süslü engellerle uzayıp giden törenlerden aşabilmenin, ateş yalımlarını hiçe sayabilmenin öteki adı, Çarşamba Ateşi.

Ateşin yakıcı gücünün başı boş ortalıklarda gezinmesi olsa olsa bir sapma! Nevruz ateşten önce su kültürüyle ilgili görünüyor bana. Canlanmaya başlayan tabiat cadde kıyılarındaki kanallarda gür dalgalar halinde akan sularla ve bahar yeşilliğiyle kendini hatırlatıyor. Küçük kaselerde yeşillenmeye başlayan buğday, günler sonra akan bir suya terk edilecek, yerküreye yayılsın diye.

Dar kanallardan taşarak akan mavi yeşil bahar ırmağı, "Şira", suyolu ya da bizzat su, peygamberlerin yararlandığı ve diğer insanlarla da paylaştığı su kaynağı...

Zor eşiklerden geçildi ve bugünlere gelindi. İranlıların tahammül gücünü nerede aramak gerektiği üzerine düşünüyorum yıllardır. Dini bir hissiyatla gücünü koruyan tevekkül ve rıza anlayışı, aile dayanışması, gündelik hayatın ayrıntılarına gösterilen özen ve nihayet, ortak kutlamaların coşkusu... Fars, Türk, Kürt, Arap, Lor, Ermeni, Zerdüşt; Nevruz kutlamalarında bir araya geliyor. O insanların büyük çoğunluğunu ayrıca taziye sofralarında, mescitlerde bir arada görüyorsunuz.

Nevruz ateşi ya da Ergenekon, bir açıdan da Hıdrellez, öte taraftan Kawa'nın direnişi ve başka bir sürü kuruluş, açılış, yeniden doğuş miti; yılın yeniden inşası, geleceğe açılan geçit.

Tahran ıssızlaşmış, ancak alış-veriş merkezlerinde iğne atsan yere düşmeyecek sanırsınız. Yeni giysi, özellikle ayakkabı alınacak ve renkli bir sofra kurulacak. Sofra hazırlığı belki bu nedenle de önemli: Aynı sofrayı paylaştığınız insan bir sebeple üzerine kondurulan yabancılıktan kurtuluyor. Kur'an'ın başköşeye yerleştiği sofraya oturanlar, hayata yeniden başlama umudunu yaşamak istiyorlar.

Din, mezhep ve köken gözetmeksizin Nevruz sofrasında bir araya gelebilen insanlar, söz konusu ulus devlet sınırları olunca başka bir prizmadan dünyaya bakmaya başlıyor sanki.

Sezai Karakoç'un şerhine şiirini adadığı diriliş ve yeniden diriliş üzerine tefekkürün bayramı olabilirdi Nevruz. Enbiya Suresi'nin haber verdiği gibi, bu dünyada ateşin yok etmeye güç yetiremediği kirli paslı işler, başka insanların dünyasını kararttığı oranda dirilişle birlikte yine canlanmayacak mı?

Mütedeyyin kesimlerin mazbut sofrası, Hz. Muhammed'in (sav) Nevruz Bayramı'nı anlamlı bulduğuna dair bir rivayetin sunduğu güvenle hazırlanıyor.

Nevruz kutlamalarının felsefesi gelecek yılı geçen bir yılın tecrübesiyle tasarlama gibi bir amaç da bildiriyor.

Siyasal baskılar ve yasaklar nedeniyle popüler bir mahiyet kazanan, bir bakıma ulus devlet zaviyesinden yeniden tanımlanmak istenen kadim bayramın asli sofrasına uzanamayacak kadar tarih ve coğrafyaya özgü engellerle malul, can yakan sorunlarla muzdaribiz. Nevruz derken suyun değil ateşin öne çıkmasının önünü alacak bir tasamız, Suriyeli mültecilerin Nevruz sofrasındaki payı üzerine sorularımız olmayabilirmiş gibi...

Bir taraftan Türkiye'de barışa ilerliyor adımlar, diğer tarafta,  hadis-i şerife göre rahmet olması gereken ihtilaf noktaları iç savaşların sürmesi pahasına körükleniyor.

Yeni bir yıl, insanoğlunun cahil ve unutkan olmasına karşılık, Yaradan'ın taze bağışı; yeni bir hayat için bir imkân. Aslında ne açıdan yeni olacağız, nasıl sağlanıyor ki yenileşmek, köhnemiş fikirler, ölgün siyasal söylemlerle; bunu merak ediyorum, Tecriş Çarşısı'nda sıra sıra dizili kırmızı balık kavanozlarını ve plastik leğenlerde alıcı bekleyen nakış nakış işli güzelim, talihsiz su kaplumbağalarını izlerken.

Dünle bugünü, iki ayrı dünyayı, sınırlarla bölünen hayatları bütünlemenin, ırkları dilleri barıştırmanın, iyilikleri çoğaltmanın bir yolu olarak hazırlanıyor Nevruz sofrası.

Cadde boyunca ilerliyor ve Suriye'de akan kanın duracağı günün hayalini kuruyorum. Bu barışın kahramanları kim, kimler olacak? İç savaşla kanayan ülkeye gidip de geri dönemeyen gazeteci Beşar Kadumi'nin eşi Arzu Kadumi'nin umudunu korumaya çabasını yansıtan sözleri, konjonktürel sebeplerin duvarlarını aşma mücadelesini yansıtıyor.

Yüksek sesli büyük harfli Diriliş duyarlığı sadece Nevruz'da değil, her anımızda hayatı ve barışı, kardeşliği, yeniden başlama sebeplerini savunmak üzere faal olabilmeli, değil mi?

İçimizde kör bir kuyuya dönüşmesine izin vermememiz gereken kaynak, inanç ırmağı; şira.  Eğer bunun için çaba gösteriyorsak, diriliş elimizden tutacak.