Ufak-tefek asayiş olayı dışında bu yılın Nevruz'u uyanan baharla uyumlu barış ve kardeşlik bayramı olarak kutlandı. Bize rahat nefes aldıran dünkü kutlamalardan sonra yiğidin hakkını teslim etmeliyiz. Dün karşımıza çıkan barış tablosu üzerinde en çok emek ve pay sahibi olanlar, başta DTP'liler olmak üzere Kürt siyasetinin önde gelen simaları idi. DTP Genel Başkan Yardımcısı Sırrı Sakık'ın günler öncesinden, Nevruz gerginliklerinde kendilerinin de günahsız olmadıklarını itiraf etmesi, Kürt siyasetçilerinin her sözüne şüphe ile bakanların bile dikkatini çekmişti. Yine Nevruz'a yönelik "barış ve çatışmasız bir ortamda kutlama" şeklinde formüle edilen sistematik barış çağrıları, yasal olmayanlar da dahil aynı merkezlerin inisiyatifi ile yapılmıştı. Diyarbakır'daki kutlamalardan küçük bir ayrıntı bu çağrıların ciddiyetine de örnek teşkil ediyor: Tertip komitesi, valiliğin yasakladığı sloganların atılmaması, pankartların açılmaması konusunda olağanüstü çaba harcıyor. Sloganlar kontrolden çıkınca çareyi müziğin sesini açmakta buluyor. Katılımın önceki yıllara göre azlığını bile provokasyonlara fırsat vermeme endişesine bağlamak gerekir. Diyarbakır ve İstanbul'daki ufak tefek olaylar dışında son yılların en sakin 21 Mart gününü yaşadık. Türkiye Nevruz'da çok iyi bir sınav verdi. Bu sınavdan çıkartacağımız dersler olmalı. Meselâ şu soruyu soralım: "Neden provokasyon yaşanmadı?" Şayet infial uyandıran bir şiddet eylemi olsaydı, bu eylemin provokasyon olduğu ortada olacaktı. Kimse de bu provokasyona gelmeyecek, provokatörlerin hesabı ters tepecekti. Demek ki provokasyon uyarıları, provokasyonları da caydırıcı bir etki yapıyor. İkinci olarak uzun zamandır barış çağrıları yapan, üniter yapı içinde çözüm arayan DTP'li siyasetçilerin ve Kürt entelejensiyasının samimiyeti kanıtlandı. "Türkiye Barışını Arıyor" konferansı ile iddialı bir çıkış yapan ve şiddetin bütünüyle sona ermesi konusunda umut vaat eden siyasetçiler, iddialarının altını doldurmuş oldular. Hükümet kanadı ve asayiş güçleri de, 21 Mart'a dair derin endişeler taşımalarına rağmen, toplumu germemek için ortalığı sakin tutmaya ve tedbirleri düşük bir profilin arkasına saklamaya gayret ettiler. Böylelikle Türkiye 2007 Nevruz'unu, gelecek için daha büyük umutlar besleyerek geçirdi. Endişe, yerini gelecek yılları da kucaklayan bir iyimserliğe bıraktı. Katkısı olan herkesi gerçekten kutlamak gerekir. Karşımızda çok daha önemli bir sonuç duruyor: Şiddet tükeniyor. Sürekli şiddet ile bir arada yaşamaya alışmış Türkiye, barış ortamının kalıcı nimetleri içinde yaşamaya başlıyor. Hatırlayalım: 1960'lı yılların sonundan bugüne kadar kısa fasılalar dışında hayatımızın bir parçası haline gelen siyasal şiddet ortamını kanıksayarak yaşadık. Gündelik hayatımızı, ekonomimizi, siyasal hesaplarımızı hep şiddetin vazgeçilmez bir veri olduğu şartlarda sürdürdük. Bu arada çok ama çok ağır bedeller ödedik. Herkes kendince dersini almışa benziyor. Şiddetin bir çare, bir çözüm olduğunu düşünenler müflis tüccarlar gibi dolaşıyor ortalıkta. Geriye şiddeti iktidarın vazgeçilmez aracı olarak görenlerin de durumu fark etmeleri kalıyor. Gözlerimizdeki perdeleri kaldıralım. Şiddet şartlarında ezberlediklerimizi gözden geçirelim. Geçmişe bir sünger çekerek yeni bir dünyayı inşa etmeye girişelim. Barışın ve huzurun çağrısına kulak verelim. 70 milyonun her ferdini, onurlu, eşit ve mutlu vatandaşlar halinde yaşatacak çareleri elbirliği ile bulalım. Bazen çareler basit bir ayrıntıda saklanıyor; Nevruz'daki "w" harfi gibi. Dünkü Nevruz manzaralarında göründüğü gibi, toplumdan yükselen çözümü dağlar denizler engelleyemiyor. Devlet katındaki çözümleri ise bir tek harf engellemeye yetiyor. Yeni yıl, yani Nevruz, barışa ve huzura vesile olsun.