Gayrı safi milli hâsıladan kişi başına düşen milliyetçilik toplamda %47’yi bularak, çoklukla olmasa bile oransal farkla neo-contürkizmi iktidara getirdi.
Her iki kişiden birinin 100 USD üzerindeki koca kafalı Benjamin Franklin’in resmine bakarak milliyetçiliğini tatmin edeceği yeni yasama dönemi, evham dolu bir bekleyişle bulunduğu yeri huzursuzlukla eşeliyor.
Parlamentoya giren Partilerin fikri ve siyasi yapılarına bakılarak yapılan değerlendirmeler, muhtemel bir çatışmayı önlemeye yönelik uyarılardan çok, eşeklerin aklına karpuz kabuğu düşürerek tepiştirmeyi amaçlayan provokasyon sondajına dönüşüyor.
Birinin ki “Beni ezdin” diyerekten sığındığı ezgin milliyetçilik, diğerinin ki “Ya Türk ol, ya defol” ilkelliğiyle tapındığı baskın milliyetçilik olunca, mesele, “bölücülük” ten öte “ayrılıkçı” bir zeminde temerküz ediyor.
Kendilerini (diğer etnik kökenli yurttaşlardan) resmi ırkla üstün kabul eden primitif ve içgüdüsel toplulukların, ayrılıkçı duruşu mu bölücülüğü yarattı, yoksa fikri ve beşeri evrimini tamamlayamamış bir topluluğun bölünme isteği mi ayrılıkçılığı tahrik etti?
Negatif bir dönüşümle birinin diğerini beslediği ve birbirinden aldığı karşıtlık kuvvetiyle ayakta durduğu tartışmasız. Zira her iki tarafın tabanı, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmişlik olarak aynı cehalet katmanında hayat sürerler.
Her iki tarafta da, milliyetçilik davası insan olma iddiasının önüne cehaletin gücüyle geçmiştir. Muslukları farklı olsa da içtikleri aynı ve kirli sudur.
Ülkeyi bölüşen baskın güçlerle, bu bölüşmeden ufacık bir zuhur bekleyen ezgin güçler arasındaki rant kavgasının etnik çatışma temelinde ele alınması, siyasi zıtlaşmadan sosyal bir çatışma yaratmayı hedefleyenlerin işlerini fazlasıyla kolaylaştırır.
Her iki tarafın fıska hizmet eden milliyet kavgası parlamenter anarşiye yol açar mı bilinmez. Ama AKP tarafından işlenen ve yeni milliyetçilik ve din tanımlarıyla beslenerek uygulamaya konulan neo-contürkizmin son seçimde kabul gördüğü anlaşıldı.
AKP’nin; Piyangocu kızlardan cami imamlarına, konkenci kokoşlardan laik liboşlara, Beyoğlu berduşlarından Etilerdeki nonoşlara, amigolardan otopark değnekçilerine kadar her kesimden oy alması, Irak savaşından ötürü Bush’u lanetleyip sandıkta ona oy veren Amerikalı seçmenin eğilimini etkileyen neo-con siyasetinin bir sonucudur.
Yoksul milliyetçi tabanın milliyet tasavvurunu dolar cinsinden gayrı safi milli hâsılaya düşürerek (Ayda yedi yüz YTL alan bir imamın yıllık hâsılası nasıl beş bin dolar oluyor?) milliyetçiliği, CHP’nin parti kimlikli solcularını bünyesine alarak cumhuriyetçiliği siyasetinin merkezine koyan AKP’nin herkesimden aldığı oyu Muhafazakar Demokrat kimliğiyle başardığı söylenemez.
AKP’nin din referanslı bir muhafazakârlıkla yoğurduğu demokrasisinde din, toplum düzeninin sağlanmasında ve geniş kitlelerin illüzyonu konusunda geleneksel bir araç olmaktan öteye gidemedi. Neo-con demokrasi anlayışındaki gibi din, toplumları bir arada tutan ve düzeni sağlayan önemli bir araç olarak sadece sokaktaki adam için söylemleştirildi. Geldiği nokta itibariyle, her ne kadar dindar kitlelerin çoğunluklu ve coşkulu eğilimiyle iktidara geldiyse de elit yönetim kademesinde AKP için dinin yeri yoktur. Olmasına gerek de yoktur.
Elbette bu yeni neocontürkizm akımın praksistleri Başbakana çevirmenlik ve danışmanlık yapan kişilerden başkası değildir. Uluslararası akademi ve thin-thank çevreleriyle diplomasi adı altında geliştirilen bireysel temasların neo-con/turkizmin uygulamasındaki etkileri yadsınamaz.
Son günlerdeki boşboğaz açıklamalarıyla gündemde yer eşeleyen adamlardan biri. Meclis kürsüsündeki konuşmasında “rules of engagement”ı cümle içinde kullanan, Başbakana simültane çeviri yaparken “yarına kim öle kim kala” deyimini zoraki İngilizceye çevirmeye kalkan "17 Aralk 2004 başbakanın çevirmeni".
Saçları protez.
Kafası büyük olduğu için fazla ektirememiş tasarruf gerekçesiyle. Oturuşu, Larry King’e konuk olmuş mahalli siyasetçilerden aşırma. Türkçe konuşmalarında önceden ezberlediği için takılmayan ama İngilizce çeviri yaparken 167 saniye “ııııııı” diyen Arap asıllı bir vekil.
Hem çevirmen, hem dış politika uzmanı, hem dış politika danışmanı, hem milletvekili. “Ben, cumhurbaşkanlığını elinin tersiyle itmiş bir adamla çalışıyorum” diyerek, Başbakana yağcılık yapayım derken Cumhurbaşkanlığı makamını aşağılayan neocon biraderlerden.
Egemen Bağış.
Ağzının büyüklüğünü büyük laf konuşmak için verilmiş hak zanneden bir mebus. Kendisine AKP’nin muhafazakâr yanı sorulduğunda, kendisini tanıyan olmasa “ben yahudiyim” diyecek kadar toplumun inanç değerlerinden kaçan bir uzlaşma figüranı.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına adaylığı parti içinde kesinleşmiş olmalı ki, kafasına sığmayacak büyüklükte laflar ederek dolanıyor ortalıkta. ABD ile çatışma pahasına Kuzey Irak’a girebileceğini söylüyor. Bu ülkenin başbakanı, dış işleri bakanı, savunma bakanı, olmadı dış işleri müsteşarı bu nazik konuda korkudan konuşamıyorlarsa bile susmaları cahillikten değildir.
Ahmet Davutoğlu’nun dış ilişkiler danışmanlığından ayrılma kararı vermesinin, şimdiden bakanlık provası yapan Egemen Bağış’la bir ilgisi var mı acaba?
ABD ile çatışmaya girme yetkisini Başbakan mı verdi bu neocon biradere?
Neoconcu ABD, halkı açlıktan telef bile olsa Amerikanizm için tüm varlığını seferber eder. Suni bir onur vardır bu neocon siyasetinde.
Acaba Sayın bakan Egemen bey, ağzının genişliğine sığmayan bu lafı konuşurken neoconturkist olarak gaza mı geldi?
DTP ile MHP’nin bu meclis çatısı altında birbirini boğmaktan çok neocontürkizme karşı bir olacaklarını düşünüyorum.