Haberleri seyretmeye korkar olduk. Hayır! Anayasa Mahkemesi'nin halkın önünde birbirine girmiş hali veya Danıştay'ın ülke idaresine el koyma girişimi gibi yüksek mahkemeler düzeyinde kapıldığımız adaletsizlik korkusu, telaşı, tedirginliği değil bahsettiğim şey… Daha küçük, daha özel, daha gerçek şeyler hakkında yaşadığımız şoklardır kanımı donduran...

Gün geçmiyor ki; acaip, dehşetengiz bir cinayet haberiyle sarsılmayalım... Çocukların telle birbirine bağlanıp yakılması mı? Sevgilisiyle bir olup öz evladını fidye için kaçırıp boğan anneler mi? Öz kızını şebekelere pazarlayan babalar mı? Tecavüze uğrayan nineler mi? Annesini babasını doğrayan evlatlar mı? Neler neler…

Ya geçim telaşına düşüp intihar edenler? Kepenk kapatmış fabrikaların önünde bu kış gününde çalı çırpı yakıp iş bekleyen yoksul insanlar… Yüksek tahsil yaptığı halde, kriz bahanesiyle kapının önüne konulmuş tecrübeli yöneticiler… Mavi, beyaz ve diğer her renkteki yakalarıyla, iş bulma kuyruğuna girmiş yüzlerce binlerce insan… Kredi kartı borcu derdik eskiden, şimdi bir de elektriği, doğalgazı borçtan mühürlenmiş insanlarımızın kabararak artan sayısı… İnanılmaz boyutlarda…Böbreğini satılığa çıkarmış olanlarla, pabucunun topuğuna pırlanta çaktıranlar aynı kentte…

Bir terazi ortadan ikiye çatlıyor…
Kefen bezi ortadan ikiye yırtılıyor…
Gergin urganlar ortadan ikiye kopuyor…
Biz, bunalıyor, çatlıyoruz…

Mutsuzuz, yalnızız… Kimse hiçbir şeye kanaat etmiyor. Başarı ve kazanç dediğimiz şey, kanaat kavramından nefret edip, onu zihinlerden kovdukça, aşılması güç duvarlar gibi dikiliyor önümüze ve insanlar arasındaki uçurumlar giderek artıyor. Herkes çok hızlı bir şekilde kazanmanın telaşında. Nasıl daha az çalışıp, nasıl daha çok kazanırım ve nasıl daha fazla harcarıma odaklanmış durumda… Bunun adı başarı… Ama adı başarı olan bu ateşli koşu, kimseyi de mutlu etmiyor öte yandan… Kadınlar sürekli genç kalmanın derdinde. Sokaklar kan-ter içinde ölesiye koşan, jimnastik aletlerinde çılgınca egzersiz yapan kadınlarla dolu. Durumu daha iyi olanlar, tenise, yüzmeye gidiyor. Adına sağlık deseler de her şey daha genç ve güzel görünmek derdi adına… Erkeklerin değeri ise bindikleri arabanın markası, yemek yedikleri restoran, kollarına taktıkları ve her gece değişen renkli sevgilileriyle çıkıyor borsaya… Bir de bu zehir zemberek tabloyu, pırıltılı hayat adına televizyonlarda,gazetelerde ballandıra ballandıra sunanlar var… İp işte orada kopuyor. Kefen orada yırtılıp, terazi orada çatlıyor… Başı örtülü veya hacı, hoca olmak o urganların, kefenlerin, terazilerin önünde bitiyor ve paranın rengi; yeşil mi, mavi mi, kızıl mı, birbirine karışıyor… İslâmcısı, sosyalisti, liberali ile hepimiz aynı sınıfta, hep beraber çakıyoruz, hayat sınavında…

Bir sıcak kahve için sokaklarda sızıldayan evsizler, otostop çeken lise kızları, ekmek kuyruğundaki anneler, bilet parasından tasarruf etmek için eldiven, şapka, ceket altına el örgüsü yelek giyerek yola çıkmış babalar, çöpleri karıştıran ilkokul önlüklü çocuklar, pazarlardan limon sandığı toplayan teyzeler, yerde rastlayacağınız papağan ölüleri, gözleri kör kediler, ayaklarından vurulmuş köpekler, dayak yemiş deliler… Hepsi bir uğursuzluk kehaneti gibi gözümüzün önünde olduğu halde… Biz bir türlü göremiyoruz, fark edemiyoruz gerçek acıyı. Küçük acıyı. Küçük hayat öyküsünü…

Varsa yoksa büyük işler… Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yerel Seçimler, İhaleler, Patronlar ve Soytarıları… Yüksek Yargıçların birbirine girmiş haliyle adalet beklentisi en tepede zaafa uğramış hatta çökmüşken… Yerel seçim öncesi neredeyse aday olmamış müteahhit kalmamışken… Emekçileri susturmak, jop yerine kalem sallayanlara düşmüşken… Kim bakar ki küçük insanın küçük ve gerçek hikâyesine?

İstanbul'a kar yağacak diyor hava tahmincileri… Oysa kar hiç kalkmadı ki! Çığın altında kalmış gibiyiz.

Ruhum üşüyor… Kalbim buz tutmuş…
NOT: Bugün saat 13.30'da Trabzon'da, Araştırma ve Kültür Vakfı'nda, Fatma Kutluoğlu ile birlikte katılacağımız konferansa tüm dostlarımızı davet ederiz…

Kaynak: Vakit