Uçurumun eşiğinden dönen Türkiye kendisini ve dostlarını epey korkuttu. Anayasa Mahkemesi'nin bir oy farkla Başbakan Erdoğan ve AKP'yi yasaklamak yerine para
cezası vermesi, hukuku siyasi amaçları uğruna yönlendirmeye çalışanlar için bir yenilgi. Karar, laik ve dini güçlerin bitmemiş mücadelesinde bir beraberliği, en önemlisi, Türk demokrasisi için de dolaylı bir zaferi ifade ediyor. Modern Türkiye'nin, kendi kendini ölümün eşiğine getirip son anda hayatta kalmaktan menkul bir tarihi var.
Atatürk'ün elastik mirasının koruyucusu rolünü kendi kendine biçen ordu seçilmiş hükümetleri 1960'tan beri üç kez görevi bırakmaya zorladı. 2001'deki felaket mali kriz yeni bir kıyamet gibi görülüyordu. Fakat çöküş ve akabindeki iyileştirici önlemler, 2002'de iktidara gelen AKP'nin itibar kazanabilmesini sağlayan tutarlı ekonomik büyüme için bir zemin görevi gördü. Bugün Türkiye inkişaf halindeki bölgesel bir odak haline gelmiş durumda.
Mahkemenin dramatik kararı, Türkiye'nin mutlak felaketten kılpayı kurtulma alışkanlığına uyuyor. Muazzam bir risk vardı. Başsavcının talepleri kabul görseydi, yüzde 47'ye yakın oy almış hükümet devrilecekti. Siyasi ve anayasal kriz çıkacak, ülke istikrarsızlaşacak, ekonomi darbe alacak, ülkenin hasımları güçlenecek ve uzun bir belirsizlik dönemine kapı açılacaktı. Bölgenin az sayıdaki gerçek demokrasilerinden biri felç olacak, belki de telafi edilemez hasar görecekti. AKP kapatılsaydı, ülkenin giderek önem kazanan bölgesel diplomasisi de sekteye uğrayacaktı. 'Doğu'yla Batı arasında önemli kavşak' niteliğini kaybeden bir Türkiye'nin AB'yle daha ileri entegrasyon umudu da büyük oranda kırılacaktı. Hepsinden ciddi olanı belki de şu: Laiklikle İslam'ın (ve diğer inançların), sorunlara karşın hoşgörü içinde yaşadığı bir toplum yapay biçimde parçalanıp içe kapanacaktı. Bu durum bu kutuplaşmış dönemde, açık fikirli liderlerin ulaşmaya çalıştığı söylenen şeyin tam zıttı olurdu.

Kaynak: Radikal