Açık konuşup Gazze’yi ‘açıkhava hapishanesi’ diye nitelemeye kararlı olan ve böylece bölgenin bitmeyen ıstırabının bütün sorumlularının, özellikle de İsrail’in yüzünü kızartan Britanya Başbakanı David Cameron, daima hassas durumdaki Ortadoğu politikasına balıklama dalmış oldu. Cameron’ın hamlesi, Hollanda milli takımından Nigel de Jong’un Dünya Kupası finalinde İspanya takımından Xabi Alonso’nun göğsüne attığı uçan tekmenin diplomatik muadiliydi. İsrail’in perspektifinden bakıldığında, kırmızı kart görmediği için Cameron da çok şanslıydı.

Britanya’nın küresel diplomatik oyuna yeni giren toy başbakanı Ankara’daki konuşmasında fazla ileri gittiğini hissettiyse bile, bunu göstermedi. Türkiye’nin yeni İslamcı lideri Tayyip Erdoğan’ın yanında konuşan Cameron, İsrail’in 31 Mayıs’taki Gazze filosu saldırısını kınaması da dahil, yaptığı yorumların oradaki durumun ‘gereği’ olduğunu söyledi. 

Ev sahibi hiç yardım etmedi
Cameron konuşması sonrası düzenlenen basın toplantısında, “İsrail’in dostu olan, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin ardından sağlam, güvende ve istikrarlı bir İsrail’i çok isteyen biri olarak konuşuyorum” ifadelerini kullandı. Fakat açıklamalarını dengelemesi gerektiğini düşündüyse bile, dik başlı ev sahibinden hiç yardım gelmedi. Kendi kendini İsraillileri pataklama görevine tayin etmiş olan Erdoğan, “Gerçek şu ki, Gazze ablukasının kaldırılmaması bir trajedidir. Uluslararası sulardaki bu saldırıysa ancak korsanlık diye nitelendirilebilir” diye konuştu.

Erdoğan riskli bir müttefik
Türkiye vaktiyle İsrail’in Ortadoğu’daki en iyi dostuydu. Fakat geçen yılki Gazze saldırından dolayı İsraillilere ilk kez yüklenmesinden bu yana Erdoğan’ın Arap dünyasındaki popülerlik oranı artıyor ve ikili ilişkiler de giderek geriliyor. Erdoğan Washington’ı aleni endişelere sevk edecek şekilde İran ve Suriye’nin bir tür savunucusuna da dönüştü. Britanya için bu durum Erdoğan’ı faydalı, fakat riskli bir müttefik haline getiriyor.

Cameron Washington’da Başkan Barack Obama’dan akıl almış olabilir. Fakat ‘yeni ortaklık’ ve ‘hayati stratejik ilişki’ diye nitelediği yaklaşımı pekiştirip Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğine sıkı destek vermek konusunda o kadar hevesliydi ki, AKP iktidarındaki hayatın daha sorunlu bazı veçhelerini örtbas etmiş oldu. Bu anlamda Türkiye’nin bugüne kadar yargı sistemini, medya yasalarını, sivil güvenceleri ve azınlık haklarını AB normlarıyla uyumlu hale getirememesinden hiç söz etmedi. Hükümetin eylülde referanduma sunacağı ve muhaliflerin otoriter nitelikli olduğunu söylediği tartışmalı anayasa değişikliklerini görmezden geldi ve Kıbrıs meselesine değinmedi. Ve ülkenin güneydoğusunda şiddettin yeniden patlamasının üzerinden atlayarak, Türkiye’nin son derece huzursuz Kürt azınlığının Erdoğan’a teşekkür etmesi gerektiğini öne sürdü.

AB’ye dair ana savları doğru
Cameron’ın Türkiye’nin AB üyeliği lehindeki ana savlarını reddetmek zor. Türkiye gerçekten de hızlı büyüyen bir ekonomiye ve genç bir işgücüne sahip; bu nitelikler Britanya ve Avrupa’ya potansiyel olarak kârlı pazarlar vaat ediyor. Türkiye, Afganistan’da ve terörle savaşta Britanya’ya destek veren önemli bir NATO müttefiki. Ve Müslüman çoğunluklu laik bir demokrasi olarak, üyeliği AB’yi güçlendirip genişletirken, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya da bir köprü kuracak.

İsrail’e yönelik eleştirileriyle kavgacı bir görüntü veren Cameron, Ankara’nın AB üyeliğini desteklemek konusunda fikirlerini kendisine saklamayacağını ya da bu üyeliğe karşı çıkanları teşhir etmekten geri durmayacağını gösterdi. İsim zikretmedi, ama Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in yanı sıra Türkiye’nin üyeliğine korumacı, kutuplaştırıcı ve önyargılı bir tavırla karşı çıkan Avusturya gibi daha küçük Avrupa ülkelerini fiilen suçladı.

Şurası açık ki, Cameron bu son kategoriye yararlı bir tanım getirdi. Britanya başbakanına göre, “Önyargılı olanlar gerçek İslam’la aşırı versiyonu arasında ayrım yapmayanlar. İslam’ın Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi diğer dinlerle paylaştığı değerleri anlamıyorlar... Gerçek İslam’ın değerlerinin Avrupa’nın değerleriyle bağdaşabileceğini savunmaya her daim devam edeceğim.” Cameron Britanya’nın AB üyeliğini geçici olarak bloke eden Charles de Gaulle’ü de andı.

Yunanlıları ve Rumları korkuttu
Cameron’ın, geçmişte kendisine yüz vermeyen kilit AB ortaklarına üstü kapalı eleştirileri ve Yunanlılarla Kıbrıslı Rumları korkutup rahatsız edecek olan aleni Türkiye aşkı, yeni Britanya hükümetinin AB’yle netameli ilişkilerinin daha da bozulabileceğini gösteriyor. Cameron Ankara’dan bir başka hedef pazar olan Hindistan’a giderken, Brüksel’de veya Kudüs’te neler söylendiğini muhtemelen çok da kafasına takmayacak.
Karşımızda, enerji ve kararlılığı birleştiren, Cameron tarzı vur-kaç diplomasisi var. İster naif deyin, ister radikal. Fakat farklı olduğu kesin. (27 Temmuz 2010)

Kaynak: Radikal