Modernite tematik olarak Fransız devrimi,  sanayi devrimi, Aydınlanma Çağı gibi siyasi, ekonomik ve felsefi bağlam üzerine oturan, kadim geleneklerden kopuşu ve uzaklaşmayı ifade eden bir süreçtir. Süreç içerisinde modern olarak deneyimlenen şey ise dinin toplum üzerindeki etkisinin azalarak laikliğin öne çıkması ve bununla birlikte düşünüyorum öyleyse varım (Cogito Ergo Sum) ifadesinde kendisini bulan rasyonel düşünce ve özgürlük fikrinin önem kazanmasıdır. 

Modernite her şeyi ikiye böler; eski ve yeni, modern ve geleneksel, rasyonel ve irrasyonel, ruh ve beden, akıl ve kalp. Modernitenin yarattığı modern dünya Marx'ın deyimiyle katı olan her şeyin buharlaştığı, anlık ve geçici olanın kutsandığı bir yerdir.

Bu dünyanın epistemolojisi insan aklı ile kurulur. Bu akıl dünyada cenneti vaaden ancak bu vaadi ile aynı zamanda insanı bu dünyaya esir eden bir akıldır. Modern deneyimin yaşandığı her yerde gözlemlenebilen cinnet vakaları ve intiharlar esir olma durumunun en somut kanıtlarıdır. İnsanı özgürleştirdiğini iddia eden modernite aslında insanı tektipleştirerek nesneleştirmekte, sadece tüketen sürülere dönüştürmektedir.

Sanayi devrimi teması üzerinden inşa edilen konvansiyonel iktisat ise, genel modernite düşüncesine uygun bir şekilde, insan aklı üzerinden Homo Economicus kavramsallaştırması ile maddi tatmin için maksimum faydayı hedefleyen iktisadi ajan prototipini yaratır. Bu prototip tam bilgiye sahip, seçici, doyumsuz, tercihlerinde tutarlı, bencil ve rasyoneldir. Bu düşünce cemiyetin değil bireyin öncelleştirildiği liberal felsefe ile de eklemlenir. Sözde rasyonel ve özgür insan sadece kendi menfaatlerine odaklanmış, geleneklerinde koparılmış cenneti bu dünyada arayan hedonist bir yapıya bürünür. İdeolojisi tüketmek ve yine tüketmektir. Artık insan geçici ve anlık olanın peşinden koşan ve aslında kendini tüketen bir nesneye dönüşmüştür.

Modernite ile doğası değiştirilip nesneleştirilen bu insan pek tabi kendini merkeze koyarak dünyayı kendi mülkü gibi gören bir hayat tasavvuru geliştirir. İnsanlığı tehdit eder hale gelmiş olan bu tasavvur batı toplumlarında da doğu toplumlarında da oldukça yaygındır. Özetle modernitenin ürettiği düşünce ikliminde ortaya çıkan konvansiyonel iktisadi düşünce insanı bencilleştirerek fıtratını bozup ifsat eder ve kendini özgür zanneden bir köleye dönüştürür.

'Personel' kavramından 'insan' kavramına geçişin önemi

Modernite düşüncesi ve onun yarattığı modern dünya örneği üzerinden bu metin ile asıl analiz edeceğimiz kavram kapitalist çalışma düzenin en önemli üretim girdisi olan insan kaynakları kavramıdır.

Önceleri personel yönetimi olarak adlandırılan insan kaynakları bir örgütte çalışanların etkinliğini artırmak amacıyla çalışanların motivasyonunu yükseltecek ve performansını artıracak ortamların oluşturulması ve geliştirilmesi için gerekli olan strateji ve bilgiyi sağlar. İnsan kaynakları yönetimi, özellikle ikinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkmıştır. Böylece insanı temel alan ve onun daha etkin, verimli, yararlı ve üretken olması, diğer yönden iş tatminine sahip olmasını amaçlayan bu bakış açısı ile personel kavramı yerine insan kavramı kullanılmaya başlanmıştır.

'Personel' kelimesinin yerini alan 'insan' kavramı çalışanların artık yalnızca verilen işi istendiği gibi yerine getiren bir işçi olmadığının, aksine kendi fikirleri, tarzı, kendi hayatı olan varlıklar olduğunun kabulünü göstermektedir. Çalışana yönelik yaklaşımın kırılması ve değiştirilmesi personel sözcüğünün yerine insan ibaresinin konulması bir açıdan ileri bir adımdır. Birey, dünyevi bir yapının hizmetkârı olmaktan da, bir kuruluşa mahkûm olmaktan da nispeten sıyrılmakta ve hak ettiği şekilde, varlıkların en şereflisi olarak yaratılmış olan “insan” ifadesini tekrar kazanmaktadır.

Son yıllarda personel yönetimi kavramından İnsan Kaynakları kavramına geçişle birlikte insan tekrar kendine gelmiş ve insanın değerini bulma noktasında mesafe alınmıştır. Ancak bu konuda hala alınacak çok mesafe vardır. Çünkü insan hala Batının iktisadi insan modeline uyarlanmış bir şekilde “kaynak” olarak görülmektedir. İnsanın bir kaynak olarak algılanması ise medeniyetimizin insan anlayışına zıt bir düşüncedir.

Hakikat ve geleneğin ışığında bugün insanı yeniden ele almanın zamanı gelmiştir. Bu noktada doğuştan kazandığı “eşref-i mahlukat” olma halini sürdüren insan, hayattaki yolculuğunda yeni bir evreye gelmiş ve “insan değerdir, değerlidir” üzerine bina edilmiş “İnsan Değerleri” kavramının önü açılmıştır. İlaveten, “İnsan değerdir” yaklaşımı sadece insan kaynakları açısından değil son iki yüz yılda modernitenin ortaya çıkardığı nensneleşmiş insan prototipinin değişmesi ve insanın özüne dönmesi için kullanılabilecektir.