Mısır ve Etiyopya, Mavi Nil nehrinde baraj inşaıyla ilgili olarak söz savaşı içindeler. Etiyopya, yüzde 21'inin inşaını zaten tamamlamış olduğu barajla, sürdürülebilir kalkınmasını desteklemek ve geliştirmek ve böylece milyonlarca vatandaşının hayat standardını yükseltmek üzere, altı nükleer santral gücünde, 6000 megawatt elektrik üretmeyi planlıyor. Mısır ise barajın Nil nehrindeki su seviyesini düşüreceğinden korkarak projeye karşı çıkıyor. İlginçtir, Sudan da barajı Nil Havzası'nın hem yukarıda hem de aşağıda tüm ülkelerinin menfaatine olarak görüyor. Mısır, Etiyopya'yla savaşmak istemediğini söylese de baraj inşaıyla "Nil suyunda tek damla su" azalmasını önlemek için orduya başvurulması, muhalif grupların silahlandırılması ve baraja sabotaj da dahil "tüm seçeneklerin açık" olduğunu ilan etti. Bu ihtilaf, birkaç önemli hukuki sorun barındırıyor.
Sorunların ilki, her iki tarafın Nil suları ve kaynaklarını kullanmalarının hukuki temelleriyle ilgilidir. Mısır, Sudan'la arasında 1929 ve 1959 tarihli Nil Suları Antlaşmaları da dahil, sömürge döneminde yapılan anlaşmalarıyla "doğa gereği" ve "tarihi" başlıklar temelinde savunma yapıyor. İkinci antlaşma Mısır'a Nil sularının yılda 55 milyar metreküpe varan yüzde 80'ini kullanma hakkı veriyor. Sudan'ın ise sadece yüzde 18,5 hakkı vardır. Gerisi buharlaşıp havaya karışıyor. Etiyopya ve Kenya, Tanzanya, Burundi, Uganda, Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti de dahil, nehrin kaynağındaki diğer ülkeler, Nil nehri suları ve kaynaklarının "eşit ve makul kullanımı ve faydası" ilkesine bel bağlıyor. Bu ilke, 1997 Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Kullanımı Kanunu'nun 5. Maddesi'nde belirlenmiştir. 1929'da Uluslararası Adalet Daimi Mahkemesi (PCIJ), "nehir kenarındaki devletlerin toplu çıkarlarının tüm nehir kenarındaki ülkelerin ortak meşru haklarının temelini" teşkil ettiğini açık bir şekilde ilan etti. Etiyopya'nın, bölündükten bu yana Nil nehriyle ilgili sömürge anlaşmalarını reddettiğine dikkat edilmelidir. Tüm kaynak ülkeler de adaletsiz ve ayrımcı olduğunu düşünerek sömürge antlaşmalarına bel bağlanmasına karşı çıkıyorlar.
Bununla birlikte Mısır da Mısır ve Sudan'dan izin alınmadıkça kaynak ülkeler tarafından Nil sularının kullanılamayacağı ve "bloke edilemeyeceğini" öngören sömürge anlaşmalarına riayet edilmesi gerektiğini savunabilir. Ama Etiyopya hep antlaşmalara karşı çıkmışken ve tüm kaynak ülkeler (ve nehrin denize döküleceği bölgedeki ülkeler) sömürge durumundan çıkıp yeni bağımsız ülkeler olarak bu tür anlaşmalara hukuken bağlı değilken bu iddia zayıf görünüyor. 1978'de Viyana Devletlerin Antlaşmalara Ardıl Olma Sözleşmesi'nin 16. Maddesi'nde belirtilen "temiz devlet" doktrini, bağımsızlık kazanan ülkelerin, sınır meseleleri hariç, sömürge antlaşmalarına bağlı kalma yükümlülüklerinin olmadığını teslim eder.
"Özel rejimlerin" hariç tutulduğu UCM Roma Sözleşmesi 13. Madde'deki gibi maddelerin sömürge antlaşmalarına uygulanması pek muhtemel değildir. Nil yatağındaki ülkelerin çoğunun 2010'da statüko yerine eşitlik ve işbirliğine dayalı Nil Havzası İşbirliği Çerçeve Anlaşması'na girmeleri bu yüzdendir. Bu, ayrıca nehrin idaresinin denetlenmesi için ortak bir komisyon tesis edecektir. Buradan hareketle, nehir yatağındaki devletler arasında adil bir paylaşım sağlanmadıkça su yolundan kendine mahsus olarak faydalanılması için "doğa gereği" ya da "tarihi" "ilke" kullanımını çağdaş uluslararası hukukun tanımadığı rahatlıkla iddia edilebilir. Bu sebeple 1997 BM Sözleşmesi, "doğa gereği" kullanım iddiasını, uluslararası suların eşit ve makul kullanımına engel diye reddeder.
Bununla birlikte, ikinci bir hukuki mesele olarak, 1997 BM Sözleşmesi 7. Madde ve Berlin Kuralları 12. Madde'de belirtildiği üzere nehrin kaynağındaki ülkeler de Nil gibi uluslararası nehirlerin kullanımı hususunda diğer kıyıdaş ülkelere önemli bir zarar vermemelidirler. Mesela, çıkış ülkelerindeki insanların "asgari ferdi su ihtiyacı" kaynak ülkelerdeki baraj ya da diğer projelerle tehlikeye düşürülmemelidir. Etiyopya, Mavi Nil'deki mega baraj projesinin, nehirdeki su akışını etkilemeyeceği, Mısır ve Sudan'ın çıkarlarını büyük ölçüde etkilemeyeceği, aksine Sudan ve Mısır da dahil nehir yatağındaki tüm ülkelerin faydasına olduğunda ısrar ediyor. Üretilecek elektrik komşu ülkelere ihraç edilecek ve proje her iki ülkeye su akışını arttıracak. Aksine Mısır da Etiyopya'nın, barajın diğer ülkeler üzerinde yol açacağı etkiler konusunda yeterince araştırma yapmadığını savunuyor.
Bu problemin, ilk hukuki anlaşmazlıkla alakalı olduğu görülüyor; Mısır, Nil sularının tamamen kullanımı konusunda "doğası gereği" ve "tarihi" haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle Nil'den "tek bir damla su" azalmasını bile riske etmek istemiyor. Ama önemli bir zarara yol açmama görevi, sınırlar aşan bir nehrin "eşit ve makul kullanımı" prensibine dayanır ve endişeli taraftan önceden izin alınması gerekmez. Bu, kalkınmalarını sürdürmeleri ve fakirliği azaltma çabalarında diğerlerinin suyu kullanımını engellerken bir tarafın projelerini ilerletmesine müsaade etmez. Elbette, "önemli bir zarar" verme ifadesi teknik bir terimdir ama Üçlü Komisyon'un Etiyopya'nın projesinin Mısır ve Sudan'a önemli bir zarar vermeyeceği bulgularıyla Etiyopya'nın haklılığının açık olduğu görülüyor.
Bununla birlikte üçüncü bir hukuki mesele vardır. Mısır'ın, hukuki bir gerekçe ortaya koymaksızın Etiyopya'dan projeyi durdurmasını istediği görülüyor. Mısır, deliller ve gerekçelere dayalı olarak önemli ölçüde zararlı olan bir projenin durdurulmasını istese haklı olabilir ama şiddet ve müdahale tehditlerine dayalı olarak değil. Proje Mısır'a önemli ölçüde zarar veriyor bile olsa 1997 BM Sözleşmesi'ne göre Etiyopya sadece şunu yapmak zorundadır: "Zararın ortadan kaldırılması ya da hafifletilmesi için, etkilenecek ülkelerle istişare içinde, uygun görülürse tazminat meselesini de tartışarak, gerekli tüm tedbirleri almak..."
Son fakat en önemlisi, Mısır askeri kuvvet, müdahale ve sabotaj da dahil her seçeneği kullanacağını taahhüt etti. Ülke ekonomisi ve hayat Nil'e bağlı olduğu için, Mısır Mavi Nil barajının bekası için bir tehdit olduğunu ve bu yüzden BM Şartı'nın 51. Maddesi altında kendisini savunmaya hakkının olduğunu ileri sürebilir. Bununla birlikte, BM Şartı'nın 2. Maddesi ışığında, devletler ancak askeri olarak saldırıya maruz kaldıklarında kendilerini savunmak için kuvvet kullanabilirler. Ayrıca, su çıkarlarının güvenliği de dahil, milli politika aracı olarak kuvvet kullanılması, mevcut uluslararası hukukta tamamen yasaktır.
Mısır, askeri kuvvet kullanma tehdidinin, BM Şartı'nın 2. Maddesi ve Afrika Birliği Kuruluş Kanunu'nun ihlali olduğu ve bu yüzden onun Etiyopya'ya karşı bu tür sürekli askeri tehditlerinden dolayı 2001 Devletlerin Sorumlulukları Hakkında Uluslararası Hukuk Komisyonu Taslak Maddeleri'nin 1, 40, 41, ve 42. maddelerine göre sorumludur.
Tersi ve belki de daha sağlam iddia, (bazı) Mısırlı siyasetçilerin yaptıkları ve halen de yapmaya devam ettikleri, Etiyopya'ya gözdağı vermek ve onu korkutmak için yapılmış katışıksız propagandalardır, bu yüzden Mısır, Etiyopya ve genel olarak uluslararası topluma karşı somut bir ihlal işlememiştir. Nobel Barış Ödüllü Mısırlı Muhammed El Baradey, "sorumsuz ifadelerinden" dolayı devlet başkanını Etiyopya ve Sudan'dan özür dilemeye çağırdı. Şu an için Mısır'ın uluslararası hukuku ihlal ettiği ya da ihlal etmediği konusunda hüküm verilemez. Bu, gelişmelerin nasıl olacağına bağlı olacaktır.
Afrika Birliği ve ABD'nin haklı olarak sıkıştırdığı ve 1997 BM Sözleşmesi'nin 13. Maddesi ve ilgili kanunlarda belirtildiği üzere, gidilecek yol, tüm problemleri barışçı bir şekilde halletmek, herkes için azami fayda temin etmek, barajın nehrin denize çıkış bölgesindeki ülkeler ve insanlarına açabileceği zararları asgariye indirmek için birlikte çalışmaktır. Çözüm, Etiyopya barajın Mısır ve Sudan'ı önemli bir şekilde etkilemeyeceğine teminat verirken Mısır'ın 21. yüzyıl uluslararası hukukuna uygun olarak nehrin kaynağındaki ülkelerin hak ve hukukunu kabul etmesinde yatmaktadır. Diplomasi başarısız olursa her iki ülke yargı ya da tahkim kararıyla çözümü seçmelidir.
Kaynak: Jurist
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya