Tunus’la başlayıp Mısır, Yemen ve Fas’la devam eden, Ürdün ve Suudi Arabistan’a sirayet eden protesto dalgasının dünyanın bütünü açısından yeni bir döneme işaret ettiği ortada. Uzunca bir dönemdir kaynayan bu ülkelerde halkları bir arada tutmaya yetecek, farklı talepleri gerçekleştirebilecek, ekonomik ve siyasi adalet sağlayabilecek iktidarların bulunmadığı biliniyordu. Bilinmeyen, bu iktidarların patlamalara yol açan uygulamalara devam edip etmeyecekleriydi.
Adı geçen ülkelerdeki yönetimlerin kendi halklarıyla sorunları çok ancak “dış dünya” ile azdı. Ancak küresel gelişmeler bu tür iktidar etme biçiminde ısrar eden liderlerle “dış dünya”nın ilişkilerini eskisi gibi sürdürmesini olanaksız kıldı. Halkları tarafından desteklenmeyen liderlerin ülkelerinde istikrar sağlayamayacağı, istikrarsız ülkelerle de stratejik-askeri ittifaklar kurulamayacağı giderek daha açık hale geldi. Başta Obama yönetimi olmak üzere tarihsel olarak bu ülkelerle pek yakın ilişkiler kurmuş Batılı ülkeler yaklaşık beş yıldır Arap diktatörleri uyarıp duruyordu. Bu uyarıların mali yardımları kesme türünden bir tehdit içerdiği söylenemese de, siyasi baskı yapılmaya çalışıldığı söylenebilir.
Uyarılara kısmen kulak veren liderler, “reform” başlığı altıda bazı girişimlerde bulunmuşlar, ancak aslında reform bile sayılmayacak bu adımlar iktidarları yerinden edebilecek siyasal hareketlerin açığa çıkmasına yol açmıştı. Seçim ya da tercihlerin yönünü beğenmeyen liderler, reformları birer tersine reform haline getirip otoriterliği “makul durum” olarak izah edecek bir yana savrulmuşlardı. Sürdürülebilir olmayan bu durumun değişmesi için muhalefet gruplarının “barışçı” baskısı “dış dünya” tarafından desteklenmeye başladı ve bir anlamda kontrollü değişim yaşanmasının önü açılmaya çalışıldı.
Söz konusu sürecin öncelikle Mısır’da yaşandığı hatırlatılmalı, zira “büyük patlama”nın önce bu ülkede olacağı, Yemen daha önce karışsa bile buranın denetlenmesinin daha kolay olacağı varsayıldı. Varsayanlar kim diye sorulursa, bunların büyük ölçüde Arap entelektüelleri, ABD ve Avrupa menşeli sivil toplum kuruluşları, hatta Türkiye’deki düşünce kuruluşları olduğu söylenebilir. Ancak ABD ve Avrupa devletleri başta olmak üzere bir dizi hükümetin de denetimli değişim çabalarına aktif olarak katıldıkları eklenmeli.
Mısır’da daha geniş bir zaman aralığına yayarak toplumsal hareket bombasını kontrollü olarak patlatma planları yapılırken, meseleyi denetimsiz hale getirecek adım Tunus’tan geldi, Mısır’da ise erken patlayan bomba durumu ortaya çıktı. Toplumsal hareketlerin çeşitli iradelerin bir araya gelmesiyle denetlenebilir olduğunu varsaymanın ne denli yanlış olduğu bir kez daha anlaşılmış olmalı. Adı geçen ülkelerin liderleri kendi halklarını ne kadar anlamamışlarsa, başkalarının da o kadar anlayamadığı belli. Hem bu ülkelerin müttefikleri hem de liderleri, çözüm için hala kendi çevrelerindeki kişilerin işe yarayacağını düşünüyorlar ve acaba toplum ne istiyor sorusunu sormaktan hala imtina ediyorlar. DEVAMI>>>>