“Şehrin bir ucundan koşarak gelen adam:

"Ey Kavmim bu uyarıcıya tabi olun" dedi.

Sizden bir ücret istemeyen ve size

yol gösterici olan bu uyarıcıya tabi olun!”

(Yasin: 20-21)

 

 

Türkiye'de merkez ve çevre yorumlarını bir kez daha gözden geçirmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü bu merkez ve çevre yorumlarının sosyolojik yapısı merkezi güçlendiren bir niteliğe sahiptir. Sağ muhafazakâr cephenin oy patlaması yaptığı bütün seçimlerin ardından çevrenin merkeze yürüdüğü savları havalarda uçuşur! Burada tanımlaması yapılan merkez ve çevre ilişkisinin niteliğini belirleyen ise sosyal bilimlerin gösterenleridir. Bu durumun ne kadar gerçeklikle örtüştüğü ise tartışmalıdır.

 

Sosyal bilimlerde çevre daha çok sosyal mühendislik politikaları çerçevesinde yerlerinden ve yurtlarından edilen, köyden, kasabadan ve küçük şehirlerden ana kentlere akan kalabalıklara tekabül etmektedir. Merkez ise, ismi gibi merkeze kurulmuş, siyasi, sosyal ve ekonomik gücü elinde tutan büyük kentlerde yaşayan ve sosyal mühendislik politikaları uygulayan kesimdir.

 

Merkez dönüştürücü ve yapıbozumcudur. Değişimin merkezinde durur, değişimin nitel ve nicel boyutunu da belirler. Yönetsel, hukuksal, güvenlik ve ekonomik hayatın sahibidir. Çevre ise bu merkeze talip olan, merkezin elinde bulundurduğu gücün cazibesine kapılan ve merkezin yaşam alanlarını arzulayan ve bilinçli bir dışlanmayla dışarıda tutulanlara tekabül eder.

 

Merkez, merkeziliğini sürdürebilmesi için çevreden sürekli güç devşirmesi gerekmektedir. Kendi isteğine uygun yoğunlukta marjı çevreden transfer eder. Bu transfer ise çevre için her zaman sancılıdır. Çünkü merkeze talip olan çoktur ancak çok az bir kısmına ihtiyaç vardır. O yüzden çevre içinde müthiş bir mücadele oluşur!

 

Kim merkeze gidecek mücadelesi?

 

İşte bu mücadele esnasında merkeze alınacak kişilerin tespiti yapılır ve içeriye çekilir. Ancak bu çekilme her zaman çevrenin zaferi olarak ilan edilir! Ve böylece muhalefet duyguları biraz daha eskitilir!

 

Böyle bir merkez ve çevre ilişkilendirilmesi ne kadar doğrudur?

 

Gerçekçidir diye sormuyorum! Çünkü gerçek ve doğru aynı göndermeye sahip değildir! Öncelikle bu durumun bilinmesi elzemdir. Yoksa sürekli bir kan kaybından çevrenin ölümü gerçekleşir.

 

Muhalefetin sosyolojideki anlamı da bu durumdan farklı bir boyuta sahip değildir. Hedef merkez olunca ve merkezde dolu olunca; yapılacak tek şey merkezde bulunanların bir kısmını dışarı atarak merkeze kurulmayı başarabilmektir.

 

Sanırsam Türkiye'deki demokrasi hikâyesini bu bağlamda yorumlayabilir ve Türkiye de o yüzden sahici bir çevrenin ve muhalefetin oluşmadığını söyleyebiliriz. Merkezin eksene alındığı, bütün hareketliliğin de bu merkezden çıktığı ve merkeze talip olmanın belirleyici olduğu bir güç savaşının galibi olamaz!

 

Galip olan ve olacak olan merkeziyetçiliktir.

 

Oysa çevrenin ve muhalefetin merkezin değişimini -nicel olarak değil nitel olarak – öne alan bir yaklaşımı söyleme dönüştürmelidir. Ancak merkezin değişimini dile getiren çevre ve muhalefette de merkeze sahip olma dürtüsü olunca iş çıkmaza girmektedir.

 

Merkezin çevreyi yozlaştırarak, değiştirerek, dönüştürerek kendisine benzetme çabalarına karşı durmayı ancak bir ahlak ayaklanmasıyla gerçekleştirebiliriz.

 

Adalet isteriz haykırışları, hak ve hukuka davet etmeler eğer bizim de merkezin elindeki gücün bir kısmını kullanma arzusundan doğuyorsa ki bu arzudan doğuyor, o zaman adalet, hak ve hukuk istekleri araçsaldır. Çevre kendi değerlerini araçsallaştırarak mücadele arenasına sürerse önce kendisi kaybeder sonra da merkezin kaybetmesine neden olur.

 

Bu iki kez suçlu olmaktır!

 

Türkiye'de İslamcılığın serencamını birde bu yorum eşliğinde değerlendirelim!

 

Değerin araçsallaşması beraberinde toplumsal ahlaksızlığın kalıcılığını taşır! Buna şiddetle tavır alacak bir muhalif dilin oluşması elzemdir.

 

Kaçınılmaz olarak helake yönelmiş bir toplumun suç ortaklığına düşmemek için var gücümüzle değerin araçsallaşmasına karşı durmalıyız.

 

Biz güç devşirmek istemiyoruz! Gücün kendinden menkul şehvetinden uzak durmalıyız. Ayartıcı, yoldan çıkarıcı gücün karşısında ahlak ile ayakta durabiliriz. Eğer davetimiz adalete, ahlaka, namusa, şerefe, onura ve paylaşıma ise ve bu değerleri kesinlikle ahlaki zeminde kalarak savunuyorsak, araçsallaşmasına izin vermiyorsak, bilin ki merkez bu sefer kaybetmeye mahkûmdur. O yüzden etrafımızda bu değerleri dile getirenlere iyi bakınız! Hedefleri ne? İktidar ortağı mı olmak yoksa iktidarı ahlaka davet mi? Belirleyici olanın ahlak olduğu her seçim kazanmaya muktedir olur!

 

İktidarlar ancak kendisine yönelmiş bir iktidar tutkusu ile ayakta kalır! Hedef aynı iktidara sahip olma olunca sonuç iktidar için değişmez! İktidara kimin sahip olduğu değil nitel değişim farkını ortaya koyar. İktidar, iktidar olarak kaldığı sürece kendisine yönelik bütün saldırıları bertaraf eder.

 

Bir isyan ahlakçısı ancak iktidarın nitel değişimini hedefleyerek iktidarı dönüştürür! Artık elinde kalan iktidarın da önceki iktidardan izi kalmayacaktır. İktidar şehvetine kapılmadan, gücün baş döndürücü etkisinden kurtularak paylaşımı ve adaleti öne çıkaran siyasetler geliştirmeli ve bunu savunan aydın, öncü sivil hareketler oluşturmalıyız ki geleceğimizi güvene alalım!