Dünyanın en büyük iki ekonomisi, bu ay liderlerini seçtiler; Batı medyası bu çakışmayı ışık geçirmez bir Komünist devlet ile şeffaf bir demokrasi arasındaki keskin tezat olarak resmetti.

Ancak bu sûni mukayesenin altında yatan, biri liyâkate diğeri halk seçimine dayanan iki siyasi modelin rekabet halinde olmalarıdır. Ve kazanacak olan Çin modeli olabilir.

Çin’in çarpıcı ekonomik yükselişi küresel dikkatleri üstüne çekerken, geçirdiği siyasi ve kurumsal değişimler pek dikkat çekmedi; yahut ideolojik nedenlerden dolayı göz ardı edildi. Pekin, tören boruları öttürmeden kendi bildiği yönetim yolunda bahse değer reformlar yaptı ve “ayıklama/seleksiyon artı seçim” olarak adlandırılabilecek bir sistem kurdu. Özetle, ehil liderler eleme, anket, iç değerlendirme ve dar çaplı seçimler gibi yoğun bir süreçten geçerek liyâkat esasına ve halk desteğine göre seçiliyor. Çin Komünist Partisinin dünyanın en meritokratik kurumu olduğu savunulabilir.

Meritokratik/liyâkate dayalı yönetimin kökü, Konfüçyüsçü siyasi geleneğe gider; Konfüçyüsçü gelenek, memur seçmek için dünyanın ilk kamu sınavı olan Keju sisteminin geliştirilmesine ve bin yıl boyunca bu imtihanların yapılmasına imkân tanımıştır.

Pekin, bu gelenekle tutarlı bir şekilde, tüm bir siyasi zümrede liyakat esasına göre (her daim tastamam böyle olmasa da) hareket etmektedir. Fakirliğin azaltılması, istihdam yaratılması, yerel ekonominin kalkınması, sosyal gelişim ve bugünlerde, temiz çevre gibi kriterlerde sergiledikleri performans, yerel yöneticilerin terfi almalarında kilit etkenlerdir.  Çin’in son otuz yıldır sergilediği çarpıcı yükseliş, meritokratik sistemden ayrılamaz.

Skandala varan yolsuzluklar ve diğer sosyal dertler bir yana, Çin idâresi, Çin ekonomisi gibi esnek ve dinçtir.

Kurumsal cepheye gelince, Komünist Parti her düzeyde kesin bir emeklilik yaşı, görev vadesi  tespit etti. Genel sekreter, başkan ve başbakan en fazla iki dönem yahut 10 yıl hizmet edebilir. Kültür Devriminde şahit olduğumuz türden kişi kültünü engellemek için de kollektif liderlik Politbüro’da icra edilmektedir.

Bu dikkatlice tasarlanmış değişiklikler, her hangi bir bireyin gücü elinde kalıcı olarak tutma ihtimalini ortadan kaldırmıştır. (Arap Baharının başlıca sebebi de buydu.)

Bir sonraki Çin liderlerinin üzerinden perdeyi kaldıran 18’nci Parti Kongresi bu meritokratik yönetimi çok iyi resmetmektedir. Çin’deki en yüksek karar organı olan Komünist Parti Daimi Kurulu’ndaki tüm adaylar, bir Çin eyâletinde parti sekreteri veya benzer bir idâri görevde en az iki kez görev almışlardır. Dört ya da beş Avrupa devleti büyüklüğündeki sıradan bir Çin eyâletini yönetmek, Tanrı vergisi sıradışı bir kabiliyet ve hüner ister.

Çin’deki meritokrasiyle, George W. Bush veya Japonya’daki Yoshihiko Noda gibi kifayetsiz ve ehliyetsiz kişiler asla zirve liderliğe erişemezler.

Örnek olarak müstakbel lider Xi Jinping’i ele alın. Xi, dinamik ekonomisiyle tanınan Fujian Eyaleti valisi; serpilen özel sektörüyle meşhur Zhejiang eyâletinde ve güçlü bir devlet sektörünün olduğu finans ve iş merkezi Şangay’da parti sekreteri olarak hizmet etmiştir.

Başka bir ifadeyle, Başkan Hu Jintao’nun vârisi olmazdan önce, 120 milyon nüfuslu ve Hindistan’ınkinden büyük ekonomisi olan çaplı yerleşim birimlerini yönetmiştir. Daha sonra da devlet yönetimi ve askeri işlere âşina olması için ona başkan yardımcısı olarak bir beş yıl daha verilmiştir.

Çin meritokrasisi, klişe olmuş demokrasi-otokrasi ikiliğine meydan okumaktadır. Pekin bakış açısından, devletin doğası, meşruiyeti, özüyle tarif edilmelidir: İyi yönetim, ehil liderlik ve vatandaşı memnun etme başarısı.

Çin yönetimi, pek çok noksanlarına rağmen, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu ve nüfusun geniş bir kesiminin hayat standartlarını iyileştirdi. Pew Araştırma Merkezine göre, 2012 yılında araştırmaya katılan Çinlilerin yüzde 82’si, gelecekleri hakkında iyimserler ki anket yapılan diğer ülkelerden daha yüksek çıkmıştır.

Abraham Lincoln’ün “halkın halk tarafından halk için yönetilmesi” idealini gerçekleştirmek hiç de kolay değil ve Amerikan demokrasisi bu amacı karşılamaktan çok uzaktır. Aksi takdirde Nobel ödüllü Josep E. Stiglitz Amerikan sistemini “yüzde 1’in sistemi; yüzde 1 tarafından ve yüzde 1 için” diyerek yermezdi.

Çin, dünyanın en büyük ekonomik, sosyal ve siyasi değişim laboratuarı olmuştur ve Çin modeli “ayıklama/seleksiyon ve seçim”, Amerikan modeli “seçim demokrasisiyle” rekabet edecek bir pozisyondadır.

Winston Churcill’in meşhur vecizesi  - “demokrasi en kötü yönetim biçimidir, şimdiye dek denenenleri saymazsak -  Batılı kültür bağlamında doğru olabilir. Birçok Çinli, Churcill’in sözlerini Çinli büyük stratejist Sun Tzu’nun kötü liderlerin çekip gitmelerine imkân tanıyan “xiaxiace” veya “ehveni şer” dediği şeyle açımlar hatta.

Hâlbuki Çin’in Konfüçyüsçü meritokrasi geleneğinde bir devlet, en yüksek kabiliyetteki liderleri seçerek “shangshangce” veya “en iyilerin en iyisi” şıkkına can atar. Kolay değildir ama bu istikametteki çabalar hiçbir zaman durmamalıdır.

Çin’in siyasi ve kurumsal yenilikleri, iyice denenmiş liderlerin seçilmesi şıkkı ile kötü liderlerin çekip gitmesini garantiye alan ehveni şer şıkkını çeşitli şekillerde kaynaştırmış bir sistem üretti.

Yazar hakkında: Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü

Kaynak: New York Times

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı