1951 yılında Libya anayasasında yer alan federalizmle şu anki federalizm talebini birbirinden ayırmak gerekiyor. 1951 yılında anayasa gereği kurulan federalizm, 1963 yılındaki anayasasında yapılan değişiklikle kurulan ve günümüze kadar devam eden üniter Libya’ya doğru atılan bir adımdı. Ancak bugün talep edilen federalizm, geriye doğru atılmış bir adımdır. Nedeni de federalizm isteyenlerin, Libya’da birbirinden neredeyse kopuk sayılan üç bölgeyi birleştirme imkânının, eski rejimin devrilmesinin üstünden bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen ülkeye hâkim olabilecek merkezi bir otoritenin kurulamaması nedeniyle bulunmadığı kanaatidir.
Libya’da mevcut koşullar altında petrolün bütün bölgelerde eşit şekilde bulunmayışı nedeniyle federalizme yeniden dönüş, tam anlamıyla Libya’nın bölünmeye gittiğini gösterir. Mevcut bölünme hali, birincisi bir taraftan petrol gelirlerinin dağıtımı üzerindeki hâkimiyet konusunda, ikincisi yönetimin sınırları konusunda üçüncüsü de bakanlıkların dağılımının hangi bölgelere tahsis edileceği konusunda çatışmalara yol açacaktır. Bu çatışmalar barışçıl değil, tıpkı Güney ve Kuzey Yemen arasında olduğu gibi silahlı olacaktır. Büyük bir ihtimalle federalizm isteyenlerin bazıları bunu gayet iyi biliyor ve bu konuda ilerleme kaydetmek istiyor. Nitekim federalizm talebinde bulunanların başında 1969 yılında ordu tarafından devrilen Kraliyet ailesi Senusilere mensup bir isim gelmektedir. Libya devleti ortaya çıkmadan önce kraliyet yönetimi Berka’da bulunmaktaydı. Bu da bizi aynı sonuca götüren iki ihtimal karşısında bırakmaktadır. Ya Libyalılar eski monarşinin geri getirilmesi konusunda şahsi hırs ve arzularla karşı karşıyalar ve federalizm de onların bu hırslarını gerçekleştirebilmeleri için önemli bir adımdır ya da Libyalılar ülkeyi bölmek isteyen Batılıların bir planıyla karşı karşıyalar. Bu planın tarafları, ülkedeki mevcut krizi daha da derinleştirip bu krizin çıkmaz bir yola girmesini ardından hizipçiliği ve kabile çatışmalarını kaşıyarak insanların tek çözümün ayrılmak ve bölünmekte olduğu düşüncesine varmalarını sağlamayı isteyen insanlardır.
Yukarıda anlatılanları biraz daha açmak gerekirse federalizm talebi, -gizli nedenlerine ek olarak- dışsal başka nedenleri de vardır. En önemlisi, ayaklanmaya katılan her bir tarafın bunun bedelini almak istemesidir. Bu da Libya’nın bugün yaşanan çıkar çatışmalarının silahlı çatışmalara kadar vardığı bir dönemi yaşadığı anlamına gelmektedir. Durum daha da kötüye gidebilir ve çatışan tarafların her biri üç renkli bağımsızlık bayrağındaki renklerden birini kendilerine ait kılabilirler. Siyah renk Berka’nın payına (kaldı ki Berkalılar gerçekten de bunu yapmışlardır), kırmızı renk Trablus’un payına (böyle olduğu takdirde kan rengi olan kırmızıya boyanacak ve hiçbir zaman istikrar görmeyecektir) ve yeşil renk de Güney ve orta bölgelerin payına düşebilir.
Libya’yı böyle okumak ve bu tür öngörülerde bulunmak, kötümser bir yaklaşım olarak görülebilir. Ancak kimse bundan daha iyimser bir yaklaşım içerisinde olmamızı sağlayacak verileri bize sunamaz. Hele hele bir de Libya sokaklarına her biri birbiriyle çatışan ve farklı özelliklere sahip silahlı çetelerin hakim olduğu düşünüldüğünde... Bu milisler kendilerini ülkenin gerçek temsilcisi olarak görmektedirler. Bu milisler içerisinde, yabancı güçlerle ilişki içerisinde olanları bir kenara bırakıyorum. Hatta Vatikan ve San Marino gibi bağımsızlığa sahip şehir devletlerine özenerek bağımsızlıklarını ilan etmeye hazırlanan şehirler olduğunu söylersem mübalağa yapmış olmam.
Libya’nın bugünkü gerçekliği,maalesef hırs ve tamah sahibi kişilerin bu hırslarını gerçekleştirmelerine uygun bir durumda olmasıdır. Şüphesiz bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Ortadoğu belirli bir takım planlar doğrultusunda bazı yerlere sürüklenmektedir. Tamah sahipleri içerisinde tamahlarının sınırı ülke sınırlarında olanlar vardır. Bu insanlar, Arap Baharı olarak isimlendirdiğimiz süreçte ve özellikle de Libya devrimine kirli elleriyledoğrudan müdahale eden Siyonistler tarafından kurgulanan bir oyunun parçaları olmalarını önemsememektedirler. Bu duruma Arap baharındaki komployu bilinçli olarak görmezden gelerek işleri basitleştiren Arap aydınlarının katkısı büyüktür. Onları böyle düşünmeye, Arap ülkelerindeki bu ayaklanmaların arka arkaya gelmesi tesadüfmüş gibi, halkların uyanmaya başladığı sanrısı sevk etmiştir. Halbuki Arap aydınları içerisinde medyada yazıp çizdikleriyle bu sürece katkıda bulunanların olması, kesinlikle Araplara ve Müslümanlara karşı kurulmuş komplonun bir parçasıdır.
Libyalıların geriye doğru attıkları her adımın ülkeyi parçalanmaya götürecek bir adım olduğunu görmeleri gerekiyor. Bugün Libyalı siyasetçiler maalesef kaos sayesinde iktidara gelmişlerdir. Kaos sonucunda iktidara gelenler ise hiç bir zaman birliktelik çağrısı yapmazlar. Şubat ayaklanmasının ilk gününden beri ülkeye musallat olan olayların sonuçlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Kaldı ki bu olaylar hiçbir zaman kendi yararlarına olmamış bilakis aleyhlerine olmuştur. Hatta onların değişime olan istekleri ve buna eşlik eden devrimci heyecan, sanki daha iyiye doğru bir gidişat izlenimini vermektedir, hâlbuki bu yanıltıcıdır, gidilen yol meçhule doğrudur.
el-Kudsü’l Arabi’den Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu