I-Yazımın başlığı Martin Scorsese’in film hanesinde aykırı bir yer tutan filmine değil, hakkaniyet  arayışıyla ilgili çıkar gözetmekten uzak kaygı ve çabalarla var olan gençlik çağına atıfta bulunuyor. Kızgın gözyaşı damlaları gibi dağlar teni, gençliğe özgü masumiyetin mümkün kıldığı sorular. Dünyayı hazır bulduğu şekilde kabullenememenin ızdırabıdır ki kişiyi gençlik çağı denilen yıllarda erkenden yaşlanmaya götürür.

Ben gençleri yetişkinler, yaşlılar gibi duymaya ve davranmaya çağıran öğütlerden bir şey anlamıyorum. Gençler yaşlılara özgü sakınımlı hareketlerle ilerleyecek olsalardı hayat yolunda, dünya küflenir, koflaşır, canlılığını yitirirdi.

Genç insan evden kaçacaktır, muhayyel yollarla da olsa; kendini uzak gözlerin bakışıyla tanımanın yollarına düşmek için.  Genç insan gün gelecek dünyayı olduğu gibi kabullenerek mücadele etmenin de bir kahramanlık olduğunu farkedecek. Dünyayı değiştirmeyi aklına bile getirmeyenler, göçebe olarak yaşamayı öğrenemeyecekleri gibi, dünyanın yerlisi olmayı da başaramazlar; ne kadar tedbirli, tedarikli olurlarsa olsunlar.

Gençlik hareketleri konusunda sabıkalı bir geçmişimiz var ancak. 12 Eylül öncesinde yaşanan  anomi toplumumuzun belleğine kanlı çivilerle tutturulmuş. Öyle ki gençlerimiz de çoğu zaman sorularını/protestolarını şiddete bulamayan ifadelerle ortaya koymakta başarılı olamıyorlar. Eylemin bildireceği sözlerin yerine ulaşması o kadar da önemli değilmiş gibi… Toplum ise bilinçaltından bastıran sahnelerin etkisiyle öğrenci olaylarını istasyon ve kahve bombalamalarının kanlı sonuçlarıyla tartmaya devam ediyor.

II- Yılların ardından o şiddete açık siyasal kutuplaşmanın aydınlar, sanatçılar tarafından da hakkaniyetli bir şekilde değerlendirildiği söylenemez üstelik. Kanal D’de yayınlanan “Öyle Bir Geçer Zaman ki…” isimli diziyi ele alalım: Geçmişin geri okunması ancak bu kadar taraflı olabilir.  Solcu eylemciler genellikle masum, asil, kültürlü, medeni, temiz yüzlü gençler. Buna karşılık sağcı eylemciler paspal, sorunlu, kaba saba, kültürsüz, şiddete meyyal gençlerden ibaret.  Solcu gençler antiemperyalist, antiamerikancı söylemlerle öne çıkıyorlar da; Sovyetler Birliği‘ne ilişkin yaklaşımlarına dair pek ipucu verilmiyor. Buna karşılık sanırsınız ki sağcı öğrencilerin tamamı Amerikan çıkarlarının gönüllü neferi olmaya hazırdır.

Geriye doğru anlama çabasındaki kusur ve özeleştiri yoksunluğu, Türkiye’de öğrenci olaylarının bir kısır döngü içinde sürmesinin sebebi. Zamanında Türk soluna hakim olan ateizm renginin dini duyarlığa sahip Müslüman öğrencileri sağcılık çatısı altına ittiği bir gerçek. Sağcı öğrencilerin antikomünizm bağlamındaki hassasiyetinin giderek şiddet olaylarına tavır koyan İslamcı gençleri de “yeşil komünist” olarak karşılarına almalarını getirmesi, siyasal kutuplaşmanın ulaştığı irrasyonel boyutun bir göstergesi. Dolayısıyla “Öyle Bir Geçer Zaman ki…”de sunulan söylemsel/eylemsel ideolojik karşıtlık, 60’lardan itibaren ülke gündemine yerleşen siyasal kutuplaşmayı hakiki anlamda yansıtmaktan uzak bir tarafgirlikle, bir toptancılıkla malûl.

III-Gençler, öğrenciler, yetişkinlere imkânsız ya da gereksiz görünmeye başlayan hedefler masum yüreklerinde kökleşme iklimi bulabildiği için bazen canlarını ortaya koyarak isyan sebeplerini haykırmanın yollarını arıyorlar. Ne var ki yeni bir söylem/eylemden yoksunluğun zaafları yüzünden de akıtılan kanlar, yere düşürülen canlar geçmişteki öğrenci eylemlerinin kanlı hasılasına dahil ediliyor, tezlikle.

Yaratıcı bir eylem arayışından ya da ihtiyacından yoksunluk, polis şiddetinin dehşetiyle bütünleşerek öğrenci eylemlerini toplumsal bildirisini zayıflatan bir alana savuruyor.

Başörtülü öğrencilerin bir avantajıydı bu: Halktan insanlar başörtüsü imgesi/simgesi üzerinden öğrencilere destek veriyorlardı, dünya ve memleket olaylarını Hürriyet gazetesinin manşetleri üzerinden okuyan kişiler değillerse… Bununla birlikte eylem alanındaki kısıtlı bakış, başörtüsü yasaklarının sürüp gitmesinin sebeplerinden biri olmuştur, kanımca. Şöyle düşünelim: Sadece beş yüz öğrenci ya da bir anfi dolusu öğrenci bir tek gün olsun üniversiteye başörtüsüyle gitmiş olsaydı, başörtüsü yasağı bu denli inatçı bir şekilde sürmeyebilirdi.

Scorsese’nin yazımın başında atıfta bulunduğum filminde, bir diyalog sırasında şöyle bir cümle geçiyor:  "Moda, düşünecek daha önemli şeyleri olmayanların uğraştığı bir şey."

Öğrencilerin sıradanlaşmaya ve düzene uymaya tepkisini yansıtan soru ve sorgularını kana bulayan alanlardan uzağa, bir uygarlık vizyonunu yansıtan zeminlere kanalize etmek, kendini yeniden üretmeyi başaran bir sistemin ve toplumun başarısı olurdu.

Gençlik eylemleri ise toplumda zihinsel dönüşümü gerçekleştirecek ölçüde sarsıcı etkilere ancak haklı sorularını anlaşılır kılan ifadeler (içerikler) kazanmak/kazandırmak yoluyla kavuşabilir, gibi geliyor bana.