Lizbon Antlaşması, 13 Aralık 2007'de AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının imzasından geçti, sorun bu metnin onaylanmasını sağlamak için hangi yöntemin uygulanacağı oldu.
Hızla belirsizlikler ortadan kaldırıldı ve "riskli ülkelerin" hükümetleri, yani birçok nedenden dolayı halkın şu anki Avrupa inşa süreci karşısında eleştirel tutum aldığı ülkelerin hükümetleri, parlamentolarda yapılacak oylamalara başvurmaya karar verdiler. Böylece Fransa'da, 4 Şubat 2008'de, Kongre'de toplanan vekiller ve senatörler, ikinci safhada Lizbon Antlaşması'nın parlamenter yolla hızla onaylanmasını sağlamaya olanak vermek için, ilk olarak Fransa Anayasası'nda gerekli değişiklikleri oyladılar. Başbakan François Fillon, parlamenterleri, Fransa'nın daha önce Avrupa Anayasası'nı reddederek zarar verdiği Avrupa'nın inşa sürecine "en ivedi bir şekilde hız kazandırmak için", "tarihî" bir oylama yapmaya davet etti. Fransa'nın siyasi tarihinde hiçbir zaman 29 Mayıs 2005'te yapılan referandumda ifade edilen vatandaşların olumsuz oyu [gibi bir tutum], halkın temsilcisi olması gerekenler tarafından birkaç ay sonra sansüre uğramamıştı. Dolayısıyla konu özellikle sorunlu bir durum arz etmektedir.
Antlaşma metnini Sarkozy şekillendirdi
Her şeyden önce, 2005 Mayıs ayında Fransız yurttaşlarının verdikleri hayır oyunun, ne esas olarak Avrupa karşıtı ne de Türk karşıtı olmadığını anımsatalım. Referandumdan çıkan bu "hayır" oyu, daha çok, mesela anayasa niteliğinde olma amacındaki bir metnin içinde, Avrupa Birliği'nin ekonomik yapısına getirdiği kısıtlayıcı düzenlemelere karşı verilmişti. Anayasal nitelikteki bir metin, sadece bir devletin oluşturucu ilkelerini anımsatmalı, bunları kurumsal kurallar ve devlet aygıtının farklı oluşturucu unsurları arasındaki bağlantılarla düzenlenmeli; ancak hiçbir zaman bunun ekonomik yapısını belirtmemelidir. Oysa 2005'te halkoyuna sunulan anayasal metnin birçok yerinde "serbest" rekabete verilen referanslar yani kısıtlamasız liberal ekonomi, göründü ki, gündelik hayatlarında çoğu kez liberalizmin etkilerini yaşayan Fransızların çoğunluğuna uygun gelmedi. Ayrıca bu reddediş, çoğu kez teknokratik ve halkın istekleri karşısında pek dikkatli olmayan Avrupa Birliği'nin pek de demokratik olmayan inşa şekline yönelik canlı bir hıncı ifade ediyordu. 2004'te yapılan son Avrupa Parlamentosu seçimleri sırasında saptanan yüksek katılmama oranı, bu konuda ciddi bir uyarı işaretiydi, bir yıl sonra anayasanın reddedilmesi bunun teyidi oldu.
Lizbon Antlaşması'nın vekiller ve senatörler tarafından onaylanması daha önce benzeri görülmemiş bir durumdur. 2005'te reddedilen anayasa metninin yerine, devlet ve hükümet başkanları, Sarkozy'nin inisiyatifiyle, onun klonlanmış hali olan bir metni ikame ettiler, çünkü eski [Avrupa] anayasası metninin en önemli oluşturucusu Valéry Giscard D'Estaing bile, Lizbon Antlaşması'nın içerik olarak geniş ölçüde aynı olduğunu ve değişliklerin gerçekte ufak tefek şeyler olduğunu kabul etti. Öyle ki, İspanyol hükümeti, 2005 Şubat ayında, tam metin dağıtılmamışken, İspanyolların zaten kabul etmiş oldukları Avrupa Anayasası metniyle aynı düzenlemeleri içermesini neden göstererek, Lizbon Antlaşması hakkında yeni bir referandum düzenlemeyi reddetti. Fransa'da da, 4 Şubat'ta anayasada yapılan değişiklik, parlamentoda kabul edilir edilmez, senatörler ve vekiller 7 Şubat'ta Lizbon Antlaşması metni için oy verdiler, oysa Antlaşma'nın [parlamentoda] onaylanmasına izin veren kanunun cumhurbaşkanı tarafından resmen ilanının metni 14 Şubat'ta yayınlandı! Fransa'da yasal prosedürler nadir olarak böylesine hızlı olmuştur.
Parlamenter yolla Fransız yurttaşların referandumda verdikleri kararı bozmak için ifşa olan aceleciliğinin dışında, Fransa cumhurbaşkanının kararlarının maalesef Avrupa Birliği'nin geleceği açısından da ağır sonuçları olacaktır. Fransa'da yapılmış olanlar, her noktada Avrupa inşasına gerçek meşruiyetini verecek somut politikalara geçmek için onaylama sürecinden en kısa zamanda kurtulmak gerektiğini düşünen yüksek mevkideki Avrupa yetkililerinin, son zamanlardaki sayısız açıklamalarına uygundur. Bu tür bir söylem, onaylama sürecinin bizzat kendisinin, sadece yasal ve idari bir işlem olmayıp, yüksek düzeyde bir siyasî eylem olduğunu reddetmektedir. Bu tür bir acelecilik, Avrupa yurttaşlarını, Avrupa tarihinin, yani kendi tarihlerinin dışında bir konumda tutmaya ve fiilî olarak en iyi ihtimalle herhangi bir Avrupa projesinin muhtemel olumlu sonuçlarından yararlanabilen tüketiciler konumuna indirgemektedir.
Eğer siyasî bir Avrupa, yani sesini duyurabilen ve gitgide daha karmaşık hale gelen küreselleşmiş dünyada ağırlığını koyabilen bir Avrupa istiyorsanız, Avrupa'nın inşasını yeniden siyasallaştırmak her zamankinden daha zorunlu hale gelmiştir. Sadece Avrupa'nın inşasının farklı safhaları konusundaki siyasî tartışmalar, onu siyasî nesne olarak inşa ederek, Avrupa sürecinin meşruiyetini güçlendirme durumundadır. Bir yandan siyasî bir Avrupa'nın inşası zorunluluğunu belirtip aynı zamanda Avrupa'nın inşasını siyasetten arındırmak istemekte gerçek bir karşıtlık bulunmaktadır. Bu antlaşma, yurttaşların en geniş katılımını hak ettiği halde gereksiz polemiklere ve parlamenter manevralara kurban edildi. Lizbon Antlaşması'nın, Macar, Sloven, Malta ya da Rumen parlamentolarında hızla onaylanmasının Avrupa yurttaşları için hangi meşrulaştırıcı etkisi olabilir? Bu oylar konusunda kim bilgilendiriliyor? Bir yandan sorumlular en kısa zamanda onaylama sürecinden kurtulmak isterken öte yandan da daha politik ve demokratik bir Avrupa Birliği talep edilmesi mümkün değil.
Bu sorular ve getireceği cevaplar, Avrupa Birliği'nin geleceği ve dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerinin geleceği için belirleyici olacaktır. Bize göre, Avrupa Birliği'nin inşasının siyasallaşmasıyla, Türkiye'nin tam üyeliğini içeren asıl tartışmalar yürütülebilir, derinleştirebilir ve pozitif bir dayanak bulabilir. Siyasî tartışmalar yoluyla Avrupa yurttaşları Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin geleceği için taşıdığı kozları tam olarak anlayacaklar. Bu nedenle Lizbon Antlaşması'nın baştan savma ve aceleye getirilmiş onaylanması doğru yolda ilerlemiyor.
Kaynak: Zaman