Gül'ün sıradan vatandaşları temsil ettiğini ve AB üyeliği konusunda canla başla çalıştığını teslim etmeli. Türkiye'nin politikaları Gül'ün döneminde değişmeyebilir fakat cumhurbaşkanlığına seçilmesi yine de Atatürk vizyonuna göre derin bir değişime işaret
Abdullah Gül'ün Türkiye'nin yeni cumhurbaşkanı olma başarısı demokrasinin bir zaferi. Ancak laikliğe de bir darbe. Laik şehirlerin zararına, Anadolu'nun kalbindeki muhafazakâr ve sessiz İslamcı seçmenlerin yeni kuvvetini yansıtıyor. Bu iş ordunun da zararına oldu. Genelkurmay başkanının pazartesi günkü tehditlerinde 'şer odakları'nın Türkiye'nin laik karakterini baltalama çabalarından bahsetmesine rağmen, Gül'ün AKP'sine verilen halk desteğinin boyutu ve meclisteki büyük çoğunluğu, orduya geride durmaktan başka seçenek bırakmadı.
Türkiye için en iyi sonuç bu. Seçilmiş hükümetiyle ve hafif İslamcı bir renkle demokratik olması, generallerin aşırı dinci bulduğu siyasetçileri devirmesi ve 60 yılda beşinci darbenin yaşanmasına yeğdir. Son darbe sadece 10 yıl önce yaşanmışken böyle davranmak, Türkiye'nin bırakın AB'ye üye olma gibi bir lüksüyle, modernleşme emelleriyle bile uyuşmuyor.
Ne yapacağını sezmek mümkün değil
Dışişleri bakanı olarak dünya klasında iş çıkarmış olan Gül, diğer ülkeler açısından bir sorun teşkil etmiyor. Fakat bu ülkeler Gül'ün popülaritesinin neyi temsil ettiğini unutmamalı: Yoksul ve sıradan vatandaşların çoğunun giderek yükselen sesi. Şu veya bu liderden ziyade temsil ettikleri bu taban, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerindeki karakteri değiştirecek.
Gül'ün cumhurbaşkanlığının nasıl geçeceğini öngörmek zor. Anayasaya göre kuvvet en çok hükümetin elinde bulunuyor, ancak cumhurbaşkanı da yasaları ve atamaları veto edebilir ve yargıçları atayabilir. Ayrıca ilk cumhurbaşkanı Atatürk döneminden kalan ahlaki bir otorite de cumhurbaşkanında. Oysa Gül'ün laikliği sürdürmeye ilişkin vaatlerine rağmen, seçimler süresince ileride tam olarak ne yapabileceğini sezmek mümkün olmadı. Bunun bir nedeni de eşinin türbanının kampanya sırasında oynadığı rol. Türban abartılamayacak bir sembolik önem kazandı ve politika üzerine diğer her türlü ayrıntılı tartışmayı boğar hale geldi. Her ne kadar Gül eşinin türbanı biraz daha modern bir tarzda takabileceğini, geleneksel boyun çevresinden dolaştırma yönteminden çıkabileceğini söylese de, kendisini eleştirenler bunu da İslami uygulamaların devlet işlerine tehditkâr bir biçimde ve zorla girişi olarak görüyor.
Türban, kısmen Atatürk'ün 1930'lu yıllarda yaptığı reformlardan kalan ve İslamcı kıyafetlere yönelik olan kısıtlamalar nedeniyle şu anda üniversitelerde yasak. YÖK ve ordu, İslamcı sempatizanların çoğalmasını önlemeye çalışıyor. Gül ve partisinin yasağı kaldıracak gücü olacak, ancak ortalığın ne kadar kızıştığı göz önüne alınırsa, Gül bu kadar erkenden böyle tahrik edici bir adım atmaktan kaçınacaktır.
Gül'ün karşıtları, bu yasağı kaldırması ve benzeri diğer değişiklikleriyle, devlet ve İslam arasındaki ayrılığı ortadan kaldıracağını ve günün birinde tüm kadınların örtünmeye zorlanacağı görüşünde. Gül'ü savunanlarsa bu değişimin sadece sıradan kadınların isteğini yansıttığını, bu kadınların çoğunun (onların iddiasına göre) türban taktığını, aralarından üniversiteye gitmek isteyenlerin başlarını açmak zorunda kalacağı için gidemediğini söylüyor.
Kuzey Irak ordunun elinde hâlâ koz
Gül, yurtdışında modernleştirici olarak nam salmış biri. Türkiye'nin AB'yle müzakere işini takip etti, Sarkozy yönetimindeki Fransa'nın Türkiye'ye asla üyelik verilmemesine yönelik tahrik edici iddiasını, istifini bozmadan idare etmesini bildi. Onu olduğu gibi, yani reformlara kendini adamış modern bir Türk gibi görerek hakkını vermek gerekir.
Fakat neyi temsil ettiğini de unutmak mümkün değil: Birçok sıradan vatandaşın bundan böyle siyasette ve ülkenin kurumlarında daha fazla sesini duyurma arzusu. Birçok Türk'ün gerçek sesi muhafazakâr ve İslamcı aslında, ama şimdiye dek bunu gösterememişlerdi. Türkiye'nin politikaları Gül yönetiminde fazla değişmeyebilir, ancak seçilmesi Atatürk vizyonuna göre derin bir değişimi ifade ediyor.
Kaynak: Radikal