Bizde kriz çok. Finansal kriz bizim ötemizde bir gelişme olduğu için üzerinde çok söylenecek söz de bulmak kolay değil. Biz herkesin başına gelen krizlerin ötesinde kendimiz kriz yaratmaya yatkınız. 'Kürt sorunu', 'Alevi sorunu', 'Başörtüsü/Türban yasağı', 'AB üyeliği ve uyum yasaları' gibi başka bir ülkede olsa daha kolay çözülebilecek sorunlar bizim elimizde, içinden çıkılmaz bir hale gelebiliyor.
Abdullah Öcalan'ın son günlerde basına yansıyan bazı açıklamaları kafalardaki soru işaretlerini artırmaya devam ediyor. Öcalan 2000 yılında PKK'nın askeri güçlerinin tamamının Türkiye'yi terk etmesi çağrısında bulunmaya niyetlendiğini ama İmralı'ya gelen Genelkurmay yetkilisinin kendisine hepsinin Türkiye'den çıkmasının yanlış olduğunu söylediğini avukatlarına söylüyor.
İki kişi arasında geçtiği ifade edilen bu sözlerin doğru olup olmadığını bilemeyiz. Ancak, 'Kürt sorunu'nun siyaseten çözülmesini istemeyen güçlerin her iki tarafta da olduğu konusunda bir kuşkumuz yok. Çünkü 'savaş' ve 'çatışma' ortamı denetlenemeyen bir rant sistemi yaratıyor.
Uyuşturucu kaçakçılığından, silah kaçakçılığına uzanan bir dizi yasadışı işlerin Güneydoğu'da yıllarca rahatça yapılabildiğini herkes biliyor. Şimdi ne kadarı devam ediyor, devam ettirilmek isteniyor, bunu bilmemekle birlikte, rantçıların çatışma ortamının devamından yana olduklarını istediklerini söyleyebiliriz.
***
'Kürt sorunu' son 25 yılımıza damgasını vuran ve bundan sonraki yıllara da damgasını vuracak büyük ve kapsamlı bir sorun. Üstelik artık bir iç sorun olmaktan çıktı, bölgesel, hatta evrensel bir karakter kazandı. "Türkiye, ABD ve Irak PKK'nın terörist bir örgüt olduğu konusunda tam bir fikir birliği içindedirler" cümlesi bile konunun ne kadar geniş bir alana yayıldığını gösteriyor.
25 yıldır süren bu 'düşük yoğunluklu savaş'ın artık bölgede bir 'alışkanlık' haline dönüştüğünü unutmamak gerekiyor. Bazı kesimler artık bu ortamın içinde kendilerine bir yer buluyorlar, bir rant sisteminin olanaklarını kullanıyorlar.
Bu rant sisteminin yalnızca ekonomik bir rant olduğu düşünülmemeli. Ekonomik ranttan daha önemlisi siyasi rant. 'Savaş' devam ettiği sürece Türkiye'de gerçek bir demokratik iktidar kurmanın mümkün olmadığını yaşadığımız süreç içinde öğrendik. Siyasetçiler, hemen tamamı ilk işbaşına gelince 'Bu işi ben çözerim, çözebilirim' sözleriyle çalışmalara başlıyorlar.
Sonra adım adım onlara 'bazı gerçekler' kavratılıyor. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan bu acı gerçekle önce 'Şemdinli olayı'nda yüz yüze geldi. Durumu idare edebileceğini sandı, sonra 'askeri çözüm' dışındaki çözüm düşüncelerinin ne kadar zor olduğunu anladı.
Bunun üzerine diğer siyasetçilerin yaptığı gibi 'Doğu'ya yatırım' projeleri geliştirmeye girişti. Bu aslında eskilerin deyimiyle bir 'yan çizme'nin ifadesiydi. Bununla yetinmeyip çözümü, DTP'yi Güneydoğu'da yenmeye endeksledi.
Tabii, rant siyaseti tek taraflı mümkün değil. PKK'nın da bu rantı duruma uygun şekilde kullandığını görüyoruz. PKK şiddeti, devletten aynen karşılık aldıkça gelişiyor ve kalıcı hale geliyor.
***
Savaşın rantını savaşanlar yer. Barışın kazancı ise barış isteyenlerin olur. Kürt sorunu asıl olarak bir askeri sorun değildir. Bunu böyle kabul etmedikçe atılacak bütün adımlar başarısızlığa mahkûmdur. 'Kürt sorunu' asıl olarak bir siyasi sorundur. Bu nedenle çözümü de ancak siyasiler üretebilir.
Bu gerçekten kopan veya kopmak zorunda kalan bütün siyasiler, siyaset sahnesinden silinip gittiler. Geriye 'askeri çözüm' diyenler kaldı. Şimdi kritik bir eşikten geçiyoruz.
Siyasilerin (buna iktidar ve muhalefet partileri dahildir) net bir karar vermeleri gerekiyor. Bu konuyu çözme ehliyeti onların elindedir. Bunu askere de anlatmalı ve anlamalarını sağlamalıdırlar.
Asker asıl 'çözücü' konumda kaldığı sürece, PKK gücünü koruyacaktır. Siyasetçi öne çıkınca PKK'nın da etkisi azalacaktır.
Etki tepki meselesi...
Kaynak: Radikal