Memleketten birkaç gün uzak kalmanın, endişeyle beslenen binlerce ayrıntıyı merak etmek gibi bir anlamı oluyor.

            Netameli zamanların tabii hissiyatı olarak; mutad bir hal üzre kulağı kirişte, fizyolojik devinimi altüst eden haberlerin yoluna yatıyor insan.

            Bu travmatik alışkanlıklarla hayat sürmenin “ülkeyi korumak ve kollamak” refleksinden arta kalan paternalist bir özelliği var kuşkusuz.

            Ülkede her şey yolunda ise, keramet, yol alanlarda değil yol verenlerde aranmaya başlanır önce. Aynı yolu gidenlerin kullandıkları araçlar farklı da olsa; kimin, kimi, nerede sıkıştıracağı ve şarampole iteceği istifhamı başlıyor sonra.

            Ama 14 Ağustos 2007 saat 04.20 itibariyle meşhur sitelerde yayınlanmış bir bildiri yok.

            Bu aşamadan sonra, kimin yoldan çıktığı ya da kimin yola geldiği tartışmaları aklı abesle meşgul eder. Yine de geçiş üstünlüğüne sahip olanların otobana girmeden önceki son kavşakta gösterdiği yol verme nezaketi beklenmedik bir jest olarak durumu “acaba?”laştırıyor.

            Çünkü geçiş üstünlüğüne sahip yol verenlerin; yola çıkanları, yol alanları, yolunu bulanları yoldan çıkarma veya yola getirme yolları hep yanlış yerlere çıktı bugüne değin. Mevcut duruma karşı mecbur kalınan tutum başka bir yol bulamamaktan kaynaklanan yolsuzluk hali ise rejime ilişkin reflekslerin köreldiği anlamını çıkarmak safdillik olur.

            Rejim, her ne kadar “antimiliter, demokratik ve sosyal” sıfatlarla tanımlansa da yüksek askeri siyasal gücün yaslandığı ideolojik duvar, oluşan yeni şartlara karşı kendini örmeye devam edecektir.

             Militer yüksek siyasi gücün rejimle olan organik ve hegemonik ilişkisini sivil anayasa projesiyle kesmeye çalışan siyasal iktidarın bu metazori jeste karşı takınacağı tutum, ülkenin geleceğini ve kaderini ilgilendiren her konuda müdahaleci bir tavır almakla muvazzaf güçlerin varlığının idraki içinde olmalıdır.

            AKP’nin“12 Eylül harekâtını gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketi 12 Eylül öncesi ortamına sürükleyen sebepler arasında görmekte bulunduğu Anayasa meselesini, kökünden ele almak mecburiyetinin idraki içinde işbaşına gelmiştir” diyerek darbenin meşru gerekçelerini anlatan ve “Bilinmelidir ki, Silahlı Kuvvetlerimizin asli görevi olan “Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak” ancak felaketlerden sonra, yani sadece iş işten geçtikten sonra ifa olunacak bir zabıta görevi olarak telakki edilemez” izahı ile de müstakbel müdahale imkânlarını hazırlayan TSK’yı, zabtiyelikle sınırlı addetmemesi ve anayasa meselesinin de en az güvenlik kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevleri arasında olduğunu bilmesi gerekmektedir.

            Aksi halde Meclis başkanlığını Toptan, Cumhurbaşkanlığını perakende almanın terakkiye kâfi bir kazanım olduğu yanılgısına düşmesi çıkılan yolda kazalara sebep olabilir.

            Bu ihtimalin farkında olan AKP’nin sivil anayasa projesine askeri gücün yaslandığı ideolojik duvarları yıkarak başlamak istemesi, askerlerin rejim üzerindeki vesayet haklarını ortadan kaldırmaya yönelik bir amacı taşıyor.

            Fakat bu duvarın kimin üstüne yıkılacağı şeklindeki bir istifham her ne kadar şerre hizmet ediyor olsa da, her şeyin yolunda gitmesine alışık olunmamasındandır.

            Meclis Başkanlığı seçiminin Toptan uzlaşmayla atlatılmış olması tüm tarafları rahatlatmış gözükse de cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik endişeleri bertaraf edecek bir zemin henüz oluşmuş değil. Oluşması yönünde bir irade ve çabanın da olduğu söylenemez.

            Uzlaşma geriliminin taraflar arasında yarattığı uzaklaşma sessiz ve sinsi bir bekleyişe terk etmiş görünüyor yerini.

            Rejimi koruma refleksini elinde tutan emekli savcı ve subayların köşk seçimindeki duyarlılıkları, işbaşındakilerin resmi görüş ve yaklaşımları gibi kamuoyuna sunuluyor. Muhtemel uzlaşmaların ya da zorunlu müsaadelerin seyriyle oynanıyor.

            İşbaşındakilerin artık sorumluluk almamak adına kafasındakileri “kafalarımız aynıdır” diyen emekli bir subay aracılığıyla kamuoyuna iletmesi, “eşi başörtülü birinin köşke çıkması, çok yanlış olur… hatalı olur… uygun olmaz… doğru olmaz…”şeklinde kesin ifadeler kullanması 27 Nisandan farklı olarak internetten değil,  gazeteden verilmiş bir muhtıra olarak değerlendirilmelidir.

            Oysaki millet, uzlaşmanın temel kriterlerini ve ana taraflarını seçimlerde belirledi. Uzlaşma adı altında, farklı yöntemler kullanarak iktidarı ya da milleti ihtar etmenin hesaplanmamış sonuçlara yol açabileceğini gerilimin aktörleri bilir en çok.

            Zira uzlaşmayı en çok isteyenlerin taraf olma gücünü kaybettiklerinin de bilinci olması gerekir.