Etrafı Çin, Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan'la çevrili stratejik öneme haiz bir Orta Asya ülkesi olan Kırgızistan, Sovyetlerin dağılmasından sonra 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiş ve bağımsız Kırgızistan'ı ilk tanıyan ülke olarak da Türkiye tarihe geçmiştir.
Kırgızitan'ın nüfusu yaklaşık olarak 4,5 - beş milyon civarında olup ülke nüfusunun çoğunluğunu Kırgızlar, daha sonra Özbekler, Ruslar, Tacikler ve Stalin zulmüne maruz kalarak sürgün edilmiş diğer milletlere ait Kırgız vatandaşları oluşturur.
Başkanlık sistemi ile yönetilen Kırgızistanda köklü demokrasi, devlet geleneği ve kültürü olmadığı için sık sık halk ayaklanmalarına ve iç karışıklara maruz kalmaktadır.
Devlet başkanı olarak seçilenler en kısa zamanda ülkedeki çözüm bekliyen sorunlara eğilme yerine, kendi şahsi sorunlarıyla ilgilenmektedirler. Devlet gücünü güçlendirme yerine kendi güçlerini arttırtma, tek adam olma, bütün devlet organlarını en yakın çevrelerine paylaştırarak, diktatörlüklerin ortak hastalığı olan; adaletsiz, ayrımcı, halkı ötekileştiren bir grup azınlığı zenginleştiren, devleti bir aşiret yönetimiyle yönetip kitleleri hiçe sayan, eşit gelir dağılımı yerine devletin gelirlerini bir avuç seçkin azınlığa peşkeş çeken, halkı yoksulluk ve işsizlik, yokluk ve fakirlik içinde inleten bir diktatörlüğe dönüşmektedirler.
Fazla bir geliri olmayan halk kitleleri, yapılan tek taraflı haksız uygulamalardan, zamlardan, fiat artışlarından, rüşvet ve kayrımcılıktan dolayı diktatörleşen yönetime karşı ufak bir huzursuzluk baş gösterince, ayaklanarak ortalıkta ne eline geçirirse yağmalamayı bir gelenek haline getirmiştir.
Bedevi toplumların ortak özelliği olan yağmalama normal bir hareketmiş gibi halk kitlelerince ayıplanmayıp kınanmamaktadır.
Hiçbir devlet ve parti üst yöneticisi, din adamları ve kanaat önderleri, yazarlar, gazeteler yapılan yağmalamaların aleyhine ciddi bir söz söylememekte veya söylemeye cesaret edememektedir.
Bundan faydalanan özellikle -kırsal kesimdeki ve cahil, fakir-halk ulufe peşinde olan yeniçeriler gibi her yönetim değişikliğinde yağmalamayı tabi hakları gibi kabullenmektedir.
Tabiî ki devlet otoritesi, askeri ve polis birliklerinin başında olanlar, devlet başkanının iki dudağı arasından çıkacak bir sözle tayin edilip görevden alındığı için halktan kopuk ve halka karşı bir tutum ve görünüm içindedirler.
Herhangi bir karışıklıkta ne devlet başkanını tutmaktalar ne de olayları yatıştırmak için ciddi bir gayret içinde bulunmaktadırlar.
Yarının ne olacağı belirsiz olduğu için onlar da hep arasatta durmayı görev saymaktadırlar.
Bunu çok iyi bilen ve analiz eden dış güçler, onun için Kırgızistandaki oyunlarını rahatça oynayabilmekte ve oynatabilmektedirler.
İktidardaki güçlerin nemalanmasından nasibini alamıyan muhalefet ve rahatsız olan güçlerden herhangi biri etrafında dört beş bin kişi toplıyabildiğinde hükümetler devrilmekte ve yerine yeni hükümetler kurabilmektedir.
Eskileri eleştiren ve beğenmiyen yeniler de, çok kısa zamanda geçmişten ibret almayarak, adaletli bir gelir dağılımı ve ülkeye güzel hizmetler ortaya koyamayıp, eleştirdikleri eskiler gibi olmaya başlayınca, bir müddet sonra eski yönetimlerin akibeti onların da başına geliyor. Yani tarih tekrar tekerrür ediyor.
Tabi ki bu huzursuzlukların, kargaşaların tek sebebi bunlar değil sadece.
Ülkede güney Kuzey çatışması ve uzlaşmazlığı var olan bir gerçektir.
Kuzeyde yaşıyan Kırgızlar güneyde yaşıyan Özbekleri ve Özbekleşen Kırgızlara karşı ikinci bir vatandaş gibi bakarlar ve onlar asla sevilmezler.
Bu bakış ve değerlendirmenin kökleri Sovyet işgalinin de ötesine, İngiliz işgaline kadar uzanır.
İngilizler güney Kırgızıstan sınırlarından başlıyan Vergana vadisini işgal edince yerli halk Özbek Kırgız demeden meşhur Basmacılar hareketine katılarak İngilizlere kan kustururlar, tabiî ki daha sonra Rus isgalcilerine de aynı şekilde direnirler.
Sovyet işgali altında iken Basmacılar hareketi ve Müslümanların direniş hareketleri hep isyancılar, asiler, gericiler, yobazlar olarak hafızalara kazınır kominist yönetimler tarafından.
Güneyli Kırgız ve Özbeklerin ham softa ve kaba yobazlığı, güven vermeyici yaşantıları, Müslüman görünerek yaptıkları kaypaklıklar ve iki yüzlü davranışlar sevimsizliklerini kışkırtan tutumlardır.
Kuzeyli Kırgızlar Güneylilere daha çok bunlardan dolayı iyi gözle bakmazlar. Güney Kırgızistan halkı (Özbek-Kırgız) kuzeylere bakarak biraz daha muhafazakar görünmesi de bu bakışın sebeplerinden biridir.
Doksanlı yıllarda (Celalabad, Özgen, Osh, Karasu, Nougat, Aravan vs. gibi) Özbekistan sınırındaki güney illerde meydana gelen kanlı Kırgız-Özbek çatışması da ayrı bir bağlamda incelenmesi gereken bir konudur.
Bu günlerde Oş şehrinde meydana gelen kanlı olayların ardında 1990'da bu olayları alevlendiren Rus ve ABD istihbaratları ve bölgedeki piyonlarının parmakları vardır.
Özbek-Kırgız iç mücadelesi var oldukça; hem Özbekistan, hem Kırgızistan Rusya'ya ve ABD'ye mahkum olmak mecburiyetindedirler.
İsviçreyi andıran dağlık ve zengin su kaynaklarına sahip, coğrafi yapısıyla Kırgızıstan, Orta Asyada jeopolitik olarak kilit bir rol oynıyan en önemli bir ülkedir.
Özbekistan ve Kazakistan Kırgızistan'dan gelen su kanallarıyla sulanmaktadır. Kırgızlar su kanallarını kapatsalar her iki ülke yarı yarıya çölleşir.
Rusların da Amerikanların da Osh şehrinde askeri üst kurma mücedelesi ülkeyi iç savaşa kadar götürebilir.
Bir ülkede yönetim ne kadar zayıf olursa; O ülke üzerinde oyun oynayan küresel güçlerin de harek kabiliyetleri o kadar kolaylaşır..
Kırgızistan, Çin, Rusya ve ABD arasında Orta Asya enerji kaynaklarını ele geçirme mücadelesine sahne olan devlerin kapıştığı bir savaş alanıdır.
Maalesef iktidar olan ve olmak istiyen bazı aç gözlü Kırgız yöneticilerinin bir çoğu burunları dibinde oynanan devlerin oyunlarından ya haberleri yok veya çaresizlikten ve aymazlıktan dolayı, olayı seyretmekle yetinmektedirler.
Bir kısım politikacılar ve yöneticiler de şahşi menfaatlerini ve çıkarlarını ülke çıkarlarından üstün tutarak uluslar arası bu oyunların içinde ya seyirci veya aktördürler.
Kırgız halkının büyük çoğunluğu oynanan oyunların farkında değil; aş, iş ve geçim derdindedir. Hele Türkiye'de bir çok insanın gerçekten arzu edip istediği ve özlediği gibi; Türk Birliği, Türk İslam Birliği idealleri kimsenin aklında, dilinde ve umurunda bile değildir.
Entelektüel birikimi az, demokratik basın ve özgürlüklerden uzak, özeleştiriden rahatsız olan ve yıllardır Sovyet eğitim ve kültür propagandası altında kimlik ve kişilikleri yozlaştırılan, Cengiz Aytmatovun değişiyle Mankurtlaştırılan bir toplumdan fazla bir reaksiyon beklemek de saflık olur..
Ancak; Türkiye'de, İslam ve Batı ülkelerinde okuyup Kırgızistan'a dönen entelektüellerin gayret ve çalışmaları ile Kırgızistanı gerçekten kendi menfaatlerinden ve çıkarlarından çok seven lider ve bürokratların ortak ve öz verili çalışmaları ile Kırgızistandaki iç karışıklar, kavgalar ve darbeler önlenebilir.
Kırgızistan kendi ayakları üstünde durabilen, kendi yolunu çizebilen, kendi geleceğini kendisi tayin edebilen bir ülke olabilmesi için devlerin oyununun bir parçası değil, kendi oyununu kendi milli çıkarlarının doğrultusunda oynamalıdır.
Bunun içinde Rus kültürü altında yıllardır mankurtlaştırıp kendi ayağına, kendi milletine kurşun sıkan Kırgızları öz benliği ile tanıştırıp buluşturmalıdır. Kırgızistan; dini, milli ve kültürel kimliğine kavuşmadan, siyasi ve ekonomik bağımsızlığına da kavuşamaz ve dış güçlerin güçlü rüzgarları karşısında da dik durabilme şansı yok denecek kadar azdır.
Hiçbir devlet; kendi kimliğine bürünmeden, kendisi olamaz. Kendisi olmadan da, iç kargaşalardan ve çekişmelerden, yabancı güçlerin tesirinden kendini kurtaramaz.