Kenya'da seçim sonrası patlak veren şiddete dair Batı'da yapılan yorumlar, ırkçılığa nasıl çabuk döndüğümüzü gösterdi. Afrika'yı egzotik bir diyar gibi görüp, 'kabile' sözcüğünden vazgeçmiyoruz. Söz konusu şiddetin nedeni, küreselleşmeyle gelen ekonomik değişimin yol açtığı çıkar çatışması

Yarın gergin Nairobi'ye gitme sırası Kofi Annan'da; ondan önce Başpiskopos Desmond Tutu'dan, Afrika Birliği yetkilileri ve Amerikalı diplomatlara kadar birçok şahsiyet Kenya başkentini ziyaret etti. Turistler Kenya plajlarını terk ederken, ülke trajik bir biçimde yeni bir tür ziyaretçinin gözde durağı haline geldi -uluslararası arabulucuların. Fakat bugüne dek hiçbiri, deyim yerindeyse kısa bir moladan fazlasını beceremedi ve alelacele toplanıp gitti.

Kenya tehlikeli bir açmazda; son başkanlık seçimini kazandığını iddia eden Mwaki Kibaki'yle rakibi Raila Odinga arasında iktidar paylaşımı görüşmelerini başlatmak yönünde hiçbir anlaşma noktası yok. Ülke bu hafta tetikte, zira yeni vekiller sandalyelerine oturacak ve parlamentoda yumrukların konuşmasından korkuluyor. Odinga'nın Portakal Demokratik Hareketi taraftarlarını, hileli olduğuna inandığı seçimi protesto etmek için sokağa dökmeye hazırlanıyor.

Ruanda benzetmesi gülünç

Londra ve Washington paniğin eşiğinde, Kampala ve Kigali'nin ne halde olduğunu varın siz düşünün. Londra'nın Kenya'nın Afrikalı bir başarı hikâyesi olmasına ihtiyacı var; ülkeye her yıl 175 milyon dolar veriyor. 11 Eylül sonrası stratejisi açısından ABD'nin Kenya'nın istikrarlı bir müttefik olmasına çok ihtiyacı var -Ümit Burnu, Yemen, Körfez ve doğu Afrika için hayati önemde bir istihbarat üssü. Bu arada denize kıyısı olmayan komşuları, dünya ekonomisiyle bağlantıları mahiyetinde Kenya'ya muhtaç; Uganda'da yakıt sıkıntısı başladı ve Mombasa limanından yapılan ticaret durma noktasına geldi bile. Kimse bu krizin ölçeğini hafife almıyor.

Batılı diplomat ve yardım görevlileri huzursuzluk ve endişeyle diş gıcırdatırken, medyanın hikâyesi basit: Mutlak şaşkınlık. Haberlerin aktarılma biçimi şundan ibaret: Tatil fotoğraflarımızdan bildiğimiz huzurlu Kenya aniden şuursuz bir kabile barbarlığına sürükleniverdi.

Bu perspektifin altında iki eski unsur yatıyor. Batılılar olarak Afrika'yı sürekli egzotik bir masal diyarı gibi görüyoruz, fakat tatil albümlerimizdeki (bende de var onlardan) o huzurlu, palmiyeli plajlar, anlayamadığımız veya anlamak istemediğimiz şeyi dışarıda bırakan turistik hayal gücümüzden ibaret. Kenya'da son yıllarda yaşanan karmaşık, şiddetli,
hızlı değişimle zerre alakası yok.

İkincisi, haberler Batı'nın ırkçılığa nasıl da çabuk dönüverdiğini gösteriyor. Afrika'ya atıfta bulunurken niye sadece 'kabile' kelimesi kullanılıyor? Belçikalı veya Ortadoğulu kabilelerinden niye söz etmiyoruz? Ama hayır, etnik gruplararası şiddet denildi mi, Avrupa'nın barbarlık ve akılsızlığa dair zihinsel kurgusunda Afrika, 'eskiden kalma', iflah olmaz kabilecilikten ibaret. Böbürlenme dilidir bu -biz medeniyiz, Afrikalılar değil. Ruanda'yla gülünç anolojiler başka türlü nasıl mümkün olabilirdi? Kenya ve Ruanda tepeden tırnağa farklı tarihlere, etnik ilişkilere ve politik ekonomilere sahip. Fakat bu bir kenara bırakılıyor ve Afrika'daki şiddetin temelde hep aynı olduğu ima ediliyor. Bunun, 2005'te alev alev yanan Paris varoşlarının yeni bir Bosna olduğunu iddia etmekten farkı yok.

Hayretin sebebi cehalet. Britanya'da birkaç turist rehberi okuyup hele bir de safari yolculuğu yaptıysanız, kendinizi Kenya uzmanı sayabilirsiniz. Fakat Kenya 48 farklı etnik grubu ve Afrika'daki en kalabalık mülteci topluluğuyla (çoğunu Somalili ve Sudanlılar oluşturuyor) karmaşık bir toplum. Afrika'daki en büyük gecekondu mahallelerinden bazıları burada ve ülkenin gelişen, çoğunluğu işsiz nüfusu son dönemdeki ekonomik patlamanın kazanımlarını korumak için mücadele ediyor. Böylesine kronik bir güvensizliğin ve hızlı sosyoekonomik değişimlerin, çıkar çatışmalarına yol açmadan sindirilebileceği kaç ülke sayabilirsiniz? Oxford'da Afrika siyaseti çalışan profesör David Anderson gibi Kenya'yı yakından takip edenlerin son haftalarda yaşanan şiddete hiç şaşırmamasının nedeni de bu.
Anderson'ın son dönemdeki en önemli çalışması, şiddetin nasıl Kenya ekonomisi ve siyasi hayatının parçası olduğuna dair analiziydi. Suç salgınının yaşandığı, polisin etkisiz ve yozlaşmış olduğu yoksul varoşlarda çeteleşme arttı. Çeteler yerel işadamlarından haraç istiyor ve çalışma tarzları polisten veya özel güvenlik şirketlerinden pek de farklı değil.

Nasıl yaptığınız işin başarısı bu tür çetelere haraç vermekten geçiyorsa politikada da başarı 'genç tarafları' harekete geçirme yeteneğinize dayanıyor. İşsiz genç erkekler yandaşları koruyup rakipleri yıldırmak için kullanılıyor. Görevleri, duvardaki posterleri indirmekten koca bir mahalleyi ateşe vermeye kadar uzanabiliyor. Kenya'da politikanın değeri arttıkça, siyasetçiler kaybetmeyi göze alamıyor ve bunu sağlama almak için çeteler stratejilerinin bir parçası haline geliyor. Çetelerin siyaset sahnesini kendilerine çıkar sağlamak yönünde kullanması ihtimaliyse her daim mevcut.

'Şiddet ekonomisi' tetikte

Anderson'ın nitelemesiyle, bu 'şiddet ekonomisi' etnik hatlar üzerinden derin rahatsızlıkları harekete geçirebiliyor. Ay başındaki korkunç kilise katliamına sahne olan Eldoret, bu açıdan ünlü bir çatışma noktası. En büyük etnik grup Kikuyu'nun 1960'larda Kalenjinleri sürüp topraklarını ele geçirdiği yer de burası -o zamandan beri için için kanayan bir sorun bu.
Kenya siyasetinde en nihayetinde yerel ve küresel olanın bileşimine de tanıklık ediyorsunuz -Odinga, başkanlık seçimini yitirirse Ukrayna tarzı kitle gösterilerine girişmeyi çoktandır planlıyordu. Fakat yandaşlarını (ve çetelerini) sokağa çağırması, daha geniş rahatsızlık ve öfkeleri (bazıları nesiller öncesindeki toprak ihtilaflarından, bazılarıysa Kibaki döneminde büyük kazanımlar elde eden Kiyuku orta sınıfından kaynaklanıyor) tetikliyor.

Bazıları için tek yol şiddet

Sonuçta ortaya çıkan şiddetin barbarca olduğuna kuşku yok (Eldoret'te kaçmayı başaran çocukların gerisingeri yanan kiliseye atıldığı söyleniyor), fakat nedeni Afrikalıların vahşete ilkelce meyilli olması değil. Afrika'da son yıllarda yaşanan akıl almaz şiddeti ele alan çalışmalar, 1990'dan beri son asrın tamamından daha fazla savaşa sahne olan kıtada, şiddetin son kertede bir iletişim kurma biçimi olabileceğini öne sürüyor. Yozlaşmış bir rejimin yol açtığı haksızlıklara karşı adalet arayışında bütün kanallar kapandığında, bazıları şiddeti çıkarlarını korumanın tek yolu olarak görüyor. Bu şiddeti haklı çıkarmaz, fakat illa ki şuursuz da kılmaz. Kendi korkunç mantığına sahip olabilir.

Kenya'da (ve diğer istikrarsız gelişmekte olan ülkelerde) gördüğümüz şey, küreselleşmenin dünyaya saçtığı türden kronik güvensizlikle yüzleştiğinde insan-oğlunun nasıl davrandığıdır. Yerinden edilme, içinde eski, bastırılmış kimliklerin bir sigorta poliçesine dönüştüğü korkuları besliyor -kimin arkanızı kolladığı önemli hale geliyor. Sonuçsa daima trajik oluyor; çok sayıda Kenyalıyı bu kadar endişeli yapan şey de bu.

Kaynak: Radikal