Bundan birkaç yıl önce Londra'daki metro istasyonlarına küçük bir kız çocuğunun resmi asıldı. Elinde beyaz bir mendil ve ayak ucunda açık halde bırakılmış bir kitapla küçük kız şehrin telaşında seyreden yolculara bakıyordu.
Kısa kesilmiş kâkülünün altındaki meraklı gözlerle dünyayı süzen, İskoç resminin sembolü halini alan ressam James Cowie'nin kızıydı. Babası James Cowie'nin elinden çıkan ve İskoç resminin en önemli örneklerinden sayılan resim görkemli bir sergide izleyiciye sunuldu.
O resimdeki küçük kızı tanıma şansım oldu. Dahası benim Londra'm daha çok onunla buluşmak ve şiir konuşmak halini aldı.
Türkçedeki edebiyat okurunun çok az tanıdığı Ruth Christie'den söz ediyorum. Şimdi yine Londra'dayım. Ruth ile son şiir kitabımın çevirisini gözden geçirmek üzere kelimelerin kapısındayım.
Çevirmeniyle çalışmak, yazarın kendine yeniden bakması demek. Muhayyileye tersinden tutulmuş bir ayna. Eşsiz bir deneyim ve bu deneyimi bana ilerleyen yaşında yaşatan Ruth'a olan şükran duygum gün geçtikçe artıyor.
Onun Türkçeye olan bağlılığı Türkçe edebiyata olan bağlılığıdır aslında. Bir iç dünya olarak yaşadığı Türkçede, yöneldiği yazarlar da aslında bir tür sessizliği çoğaltıyorlar. Çevirisini henüz bitirdiği Tanpınar'ın Beş Şehir'i bunun en iyi örneği. Tanpınar çevirisini gördükten sonra Türkçeye olan tutkusunu daha çok merak ettim.
Ruth'un Türkçe ile macerası kırklı yıllara kadar gidiyor. Halide Edip Adıvar ile İstanbul'da tanıştırıldığı yıllar. İstanbul İngiliz kız okulunda iki yıl süresince ders veriyor. Yetmişli yılların sonunda SOAS'ta Türk dili edebiyatı okuması İstanbul anılarıyla bağlantılı muhakkak.
Edebiyatı seçmesinde babasının şiir tedrisatının etkisi büyük. Sözünü ettiğim resmin hikâyesinde de şiir var. Babasına modellik yaparken ondan şiirler, hikâyeler dinliyor.
Türkçeyi o yıllarda hiç bilinmeyen bir dil olduğu için seçmiş. 'Başka dilleri herkes yapabilirdi. Ben, bana ilginç ve güzel görünen Türkçeyi seçtim. Türkçenin ülkesini ve insanlarını seviyordum.' Bir tren yolculuğunda konuştuğu yaşlı bir Anadolu kadınının Türkçesini anlamış olmaktan mutlulukla bahsederken Yunus'un ülkesi diyor. Yunus Emre'nin dilinde yalınlaşan o kadar derin bir dünyadır ki ona kayıtsız kalamıyor.
Onun için dil, o dilin edebiyatı demektir çünkü. Tanpınar'ın dilinde bulduğu güçlü tarih duygusu ve atmosferi İngilizcede var etmek için uğraşır. Ve bunu başarır da. Beş Şehir İngiliz okura Anadolu'daki kentlerin ruhunu açacak bir kitap olarak yayıncısını bekliyor şimdi.
Karanlık, gizemli yazarlara ilgisi Tanpınar'la sınırlı değil. Dünyasında yer açtığı ve büyük bir tevazu ve bağlılıkla İngilizcede var etmeye çalıştığı Nazım Hikmet, Oktay Rifat, Feyyaz Kayacan yaptığı kitapların bazıları. Oldukça ilerlemiş yaşında en çok kelimelerden güç alıyor. Onunla İrlanda'ya gidişimizi hatırlıyorum. Yaşı seyahate engel olur düşüncesiyle kaygılanırken onun kelimelerin peşinden seyretme isteğini gördüğümde içimden dua etmiştim. Onun yaşına geldiğimde şiir için yola çıkacak gücüm olsun diye.
Şiirin çevrilemez olduğunu düşünenler var. Onları anlayabiliriz. Ama sevdiğimiz pek çok şairin çeviriden Türkçeye kazandırıldığı da bir gerçek. Elbette aynı şiir olmayacaktır. Ama bir şairin şansı başka dilde onun sesini duyacak, sesini hissedecek bir çevirmen bulmaktır. Ben iyi çevirmenlerin gizli şairler olduğuna inanırım. Kendi sesini çeviriye saklamış olanlardan. Her biri gizli bir şairdir. Bana Ruth hep öyle görünür. Kendisinden dahi sakladığı şiirleri gün yüzüne çıkarmaktansa başkalarının kelimelerine hayat vermeyi seçen tutkulu bir edebiyat misyoneri. Onun tevazusunu bildiğimden de söylüyorum bunu.
Hiçbir karşılık beklemeden yıllardır sürdürdüğü edebiyat uğraşı ve Türkçeye olan bağlılığı saygıyı fazlasıyla hak ediyor.
Kaynak: Zaman