Münevver cinayeti, bir aşk cinayeti sayılabilir mi? Onu ekranda her gördüğümde, zihnime hücum eden nice cümle için kağıda kaleme koşmak istiyorum.  Aşk ne kadar kısa bir sürede yerini nefrete ve acımasız bir eyleme terkeder? Başını gövdesinden ayıran, bir zamanlar onu sevmiş olan adamla aynı kişi mi? Aşk, nihai planda bir imha, bir kendi eliyle ortadan kaldırma süreci midir? Rasim Özdenören'in "Toz" hikaesinin kahramanı Havva'nın sorduğu gibi: "Aslolan seven mi, sevilşen mi?" Öncelik sevene mi ait, yoksa sevilene mi… Aşk yüzünden kanı dökülen mi öncelik kazanır, elini kana bulayan mı… Sanki, aşık olunanın kişiliği içinde erimedikçe kamil bir aşık sayılmayacaktır öteki. Bazen başı kesilir aşık olunan kişinin, bazen de hayati fonksiyonları felce uğrayıncaya kadar süren manevi bir yok etmeye maruz kalır aşkı daha yeğin olan taraf, bir tür bitkisel hayata sürüklenir. Soğukkanlı olmaya çalışarak düşünüyorum: Her insan yanlışlıkla elini kana bulayabilir. Fakat her insan yanlışlıkla veya gaflet anında işlenen bir cinayetin ardından önünde yatan ölünün, üstelik çok sevilmiş bir ölünün başını gövdesinden ayırmayı aklından geçirmez. Aklından geçirse bile bunu, eyleme dökemez. 

          Sevdiğini söylediği kişinin cansız bedenini testereyle iki parçaya bölüyor, sonra da çöp kutusuna atıyor. Aşkın hemen yanında nefreti de kapsayarak bilenen bir yok etme güdüsü var.  Bir insan böyle bir noktaya nasıl gelir...

         Bakıyorsunuz aşık olarak evlenen bir çift bir yıla hem kendi aşklarının ölümünü, hem yeni aşkları hem de bunlara neden olan aldatmaları sığdırabiliyor. Bu tür aşkların şarkısı ise haliyle 'Allah belanı versin' şeklinde bir lanetleme oluyor.  O insanı zenginleştirmesi beklenebilecek coşku haznesi, ihanete sebep sayıldığında çirkinleşerek ayaklara dökülüyor. Hâlâ aşk bahçesi içinden konuşmayı sürdüren kişinin şiirsel ifadeleri bu durumda, su karıştırılmış süt gibi tatsız.

         Aşkın her şeyi affettireceği, aşık olan kişinin bütün davranışları konusunda mazur sayılması  gerektiği, bir büyük söz. Aşk, taşıyandan bağımsız bir mucize değil, tersine taşıyandan kaynaklanan etkilerle yeni içerikler kazanan bir "hal"... 

         İran'da neredeyse on yıldır devam eden bir aşk davasının dosyası, bir türlü kapanmıyor. 50 yaşındaki Şehla'nın, aşık olduğu ve muhtemelen muta nikahı ile bağlı olduğu  milli futbolcu Nasır Muhammedhani'nin eşi Lale Seherhizan'ı öldürdüğü iddiasıyla yargılandığı davanın dosyası, bugüne kadar 50 hakim tarafından incelendi ve bu hakimlerin sadece 17'si Şehla'nın günahsız olduğu doğrultusunda hüküm verdi. Şehla, davanın ilk görüldüğü dönemde cinayeti işlediğini kabul etse de sonraları sürekli suçsuz olduğunu öne sürdü. Yine de sonuncu mahkemesinde hakimi suçsuzluğuna ikna edemeyerek kısas cezasına çarptırıldı.

         Kısasın ardından hakimi telefonla arayarak teşekkür etti Şehla, gazetelerde yer alan haberlere bakılırsa ve verilen hükme karşılık masum olduğunu tekrarladı. Hakim soruyor: Öyleyse suçlu kim, söyle? Şehla her zamanki savunma üslubuyla şu açıklamayı yapıyor gazetecilere, hakime verdiği cevap konusunda:" Bu soruya cevap veremeyeceğim için, telefonu kapattım. Suçluyu bilmiyordum çünkü, bir isim veremezdim, suçluyu bilsem bile, ismini söylemek bana düşmezdi." 

           Şehla'nın bu sözleri, kimi yargıçlarda bir erkek elinin de bulunduğu kanaatini uyandıracak şekilde işlenmiş bulunan cinayette, maktülün eşi Nasır Muhammedhani'nin de payı bulunduğunu bildirmeye çalıştığı imalı konuşmalarını hatırlatıyor, davayı izleyenlere. Hapiste bulunduğu yıllar boyunca Şehla basına yaptığı açıklamalarda bu cinayetteki biricik suçunun "aşk" olduğunu vurgulamaya devam etti. Suçsuz olduğu halde sırf Nasır'a duyduğu aşk nedeniyle, onun bu dava yüzünden en küçük bir zarar görmemesi için suçu üzerine aldığını öne sürdü. Buna karşılık bu cinayete karıştığı kanıtlanamayan Nasır,  Şehla'ya karşı bütünüyle ilgisiz görünüyor. Hatta, cinayetle suçlanan eski sevgilisinin bir kez daha kısasa mahkum edilmesi üzerine, maktülün ailesiyle zanlı arasında yapılan uzlaşma toplantısında, Şehla'yı asla affetmeyeceğini bildirdi. Kısasla ilgili uzlaşma toplantısı, davayla ilgilenmiş hakimlerin denetiminde, cinayetle suçlanan kişi ve maktülün birinci derecede akrabaları arasında yapılıyor. Bu toplantıya suçlu ancak hakimler gerekli görürse ve maktülün ailesi isterse katılabiliyor. Maktülün kan bağıyla bağlı birinci dereceden akrabalarının, anne ve babasıyla çocuklarının affetmesi durumunda, katilin idam cezası hapse dönüştürülebiliyor.

         Şehla'yla ilgili kısas toplantısına maktül Lale'nin anne ve babası, iki oğlu ve küçük oğlunun velisi olarak da Nasır katıldı. Lale'nin bütün yakınları kısasta ısrar ettiler. Nasır da henüz reşit olmayan küçük oğlunun velisi sıfatıyla,  kısastan yana olduğunu belirtti bir kez daha. Nasır ayrıca, Şehla'nın kısas hükmünün bugüne kadar, sadece onun ifadelerindeki çelişkiler nedeniyle gerçekleşemediğini, fakat ailenin bu kısas gerçekleşmediği takdirde huzur bulamayacağını söyledi.

         Davaya bakan hakim, maktülün ailesinin tavrına karşılık uzlaşma toplantısının süreceğini belirtiyor.

         Hangi aşklar eteklerinde bir cinayetin nüvesini taşır, hangileri cinayetten koruyacak ölçüde diğerkam, kim bilebilir... Lale, Şehla'nın aşkının kurbanı, Müzeyyen ise kendi aşkının. İkisi de aşkın karanlık yüzünün gizlediği ölüm çukurlarına çekildiler. Şehla hücresinde, içinde bulunduğu durumu yüce aşkının eseri sayarak aklamaya çalışıyor kendini. Münevver'in katili ise, bir türlü ulaşılamayan bir yerlerde, işlediği cinayetin basının eteklerine düşmesini bekliyor. Lale'nin katili, büyük aşkıyla ilgili gizemli ifadelerinin oluşturduğu bir kamuoyu desteğinde arıyor bağışı. Münevver'in katili ise saklandıkça daha ziyade batıyor gözlere ve muhtemelen aynada gördüğü simasından kurtulmaya çalışıyor, bir bakıma öncelikle aynaların bağışına sığınıyor.

         Öylesine değişsin ki yüzü, kimse onu tanımasın…

         Peki, aynada gördüğü bakışlardan nasıl kurtulacak Münevver'in katili… Şehla, Lale'nin kesinlik kazanamamış katilinin ismini ne zamana kadar saklı tutacak, kırk anlama çekilebilir savunma cümlelerinin köşesinde bucağında…