Baykal'ın partisine katılan çarşaflıları 'içleri beyaz' ve 'içleri kara' olanlar şeklinde ikiye ayırması CHP'nin tarihi açısından aykırı bir kayıt olduğu gibi, Türkiye'nin yaşadığı aşamaların açıklanması bağlamında da önemli bir gösterge. "Kimi kara çarşaflıların yüreği apak olabilir." Böyle bir gerçeklik sanki Baykal görünce mi anlam kazanmış oluyor? Ayrıca benzeri bir ayrımı sadece kara çarşaflı kadınlar için değil, herkes için yapabiliriz. Görece bir şekilde de olsa, her türlü kategoride rastlanabilir insanın içi temiz olanı ile olmayanına. Bu açıdan bakılacak olursa Baykal'ın yaptığı bu ayrım, genç kuşağın kullandığı bir ifadeyle 'şaka gibi' görünüyor insana.

          Gerçi başörtüsü yasaklarının kalkması konusunda CHP'nın işbirliğinin önemine işaret eden yazılar yazmamış değilim. Çünkü, kuruluş paradigmaları açısından bakılınca ve başörtüsünün bir kesim tarafından 'siyasal simge' olarak olumsuz bir şekilde işaretlenip durması sürdüğü için de, başörtüsü yasaklarının kalkması ancak tam anlamıyla merkezde olduğuna inanılan ya da sahiden de Kemalist bir partinin katkısıyla mümkün olabilirmiş gibi görünüyor. 


          Geri dönelim kara çarşaf yorumlarına...  Çarşafını atarak özgürleşen ve modern kadın kılığına bürünen, böylelikle ümmetten milletten geçişin de abartılı bir nümayişini sergileyen medeniyet melekleri, halkevleri temsillerinin olduğu gibi, okul müsamerelerinin de değişmeyen malzemelerinden biriydi. Peki bu sahneler karşısında anneleri siyah çarşaflı olan çocukların kapıldıkları duygular üzerine hiç düşünülmüş müdür?  Bir yazımda Dengir Mir Mehmet Fırat'ın 'Devrimler travmalara yol açar' şeklindeki açıklamasını onayladığım için, kimi okurlardan tepkiler almıştım. İşte size önemli bir travma nedeni: Canınız kadar sevdiğiniz, saygı duyduğunuz annenizin kılık kıyafeti, çok önemsediğiniz bir okul etkinliğinde en çirkin ifadelerle tasvir edildikten sonra, çıkartılıp parçalanıyor ve bu yolla irtica (ya da Osmanlı imzalı geçmiş) mağlup edilmiş sayılıyor. Bu sahneyi seyreden annesi çarşaflı çocuk ya Türkiye'mizin aydınlarında pek rastlandığı üzere ifrata kaçarak çarşafılara (hatta başörtülülere) muhalif olacaktır, ya da bunun tam tersi bir yaklaşım içinde, siyah çarşaflı kadınlara yönelik bu aşağılamanın acısını, ezikliğini içinde hep taşıyacaktır.

          Hiç tanımadığımız insanları kılık-kıyafetleriyle damgalarken, onların çocuklarının ruh hallerini dikkate almamanın en azından çocuk psikolojisi ve eğitimi açısından bir kusur olduğu açık.

           

          Bu yazıyı yazarken, aklıma yenilerde Milli Gazete'de okuduğum Yusuf Genç'in 'Babaannem Bir Devrimciydi" başlıklı yazısı geldi. Genç, işlek bir anlatımla çarşaflı babaannesinin hayattaki özgün, güçlü, farklı, kendine özgü yorumlarıyla, etrafında bir sevgi ve saygı halesi oluşturan kişiliğini anlatıyor. "Geldi İsmet, kesildi kısmet" diyen yaşlı kadın, hiç tanımadığı İnönü'yü niye sevmiyor olabilirdi ki... Bir kuşağın 'Aman jandarmalar duymasın" tedirginliğini üzerinde taşıyan bu babaanne, 'ümmi' kişiliğiyle, etrafındakileri yerli yerince etkileyen tebliğ konuşmaları yapabilmektedir fakat... Yıllarca Çarşafla Mücadele Dernekleri'nin bir karakalabalığın parçası saydığı bu yaşlı kadın, ümmi kişiliğine karşılık lafı gediğine oturtma konusunda tahsilli evlatlarından geride kalmamaktadır.  ( Milli Gazete, 14 Kasım 2008)

          Sözün özü:"O çarşafların arkasında" gerçekten de bambaşka, ufkunuzu açabilecek dünyalar bulunabilir. Kara çarşaflı kadınlardan biri, konuşmaya fırsat bulduğu yerde, Aydınlanma Değerleri'nin bu ülkede niye benimsenemediği konusunda bilgece yorumlarda bulunabilir.

          Akıl giyside değil, başörtüde de değil, baştadır.   

          Şu var ki CHP'nin tabanı hâlâ bunu kabullenecek bir olgunlukta görünmüyor. Baykal'ın çarşaflı kadınlarla ilgili yorumları, 'şok etkisi' yapıyor bu taban üzerinde.  

          Türkiye'nin yaşadığı değişim CHP'lileri birbiriyle çelişen açıklamalar yapmaya zorluyor, halktaki dindarlaşma eğilimleri ya da bütün olarak hayat tarzı telakkileri bağlamında. 28 Şubat'tan sonra üniversitelerde kız öğrencileri başörtülerinden vazgeçirmek için kurulmuş olan "İkna Odaları"nın tarihi o kadar da uzakta değil; yine de '50'lerin "çarşafla mücadele kampanyaları"nın tahakkümü de, 60'ların gecekondu sakinlerine "modern hayatı öğretmeye dönük kursları"nın kibri de bütünüyle işlevsizleşmiştir, günümüz Türkiye'sinde.

          Bu nedenle de İnönü'nün torunu CHP'li Gülsün Bilgehan,  "...Çocukluğumdaki gibi pikniklere gitmek gerekiyor. Ayakkabılarımızı çıkarıp evlere girecek, insanlarımızla aynı kâsede çorba içeceğiz", şeklindeki bir açıklamada bulunmuştu, partisinin 'halkla ilişkilerinde' vizyon değişimine ihtiyaç duyduğunu anlattığı bir söyleşide. ( Milliyet, 15 Ekim 2007)

          Her şeye rağmen Baykal'ın partisinin tanımadan yargıladığı çarşaflı kadınları anlama, onların yüreğini görebilme gibi bir çaba 'sergilemesi', bu çabanın kökten bir özeleştiriye de atıfta bulunuyor olması yeterince inandırıcı gelmiyor topluma. Ne de olsa hâlâ başörtüsü yasağını savunmaya devam eden bir tavrı koruyan bir partinin başkanıdır, çarşaflıları ak ve kara yürekliler olarak tasnif eden siyasi kişilik.