Anayasa Mahkemesi'nin DTP hakkında verdiği kapatma kararının hemen ardından pek çok değerlendirme yapıldı.

Türkiye siyasetinin gidişatını etkileyen böyle bir kararın enine boyuna tartışılması, kuşkusuz önümüzdeki günlerde de sürecek. Kararın özellikle siyasî sonuçları üzerinde akıl yürütmek, kararın hukukî niteliğinin tartışılmasından görece bağımsız olarak mümkündür. Bu nedenle, siyasî değerlendirmeler için mutlaka gerekçenin açıklanması gerekmeyebilir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin sık sık, kamuoyunu ve Türkiye siyasetini yakından etkileyecek kararlar verirken bunların gerekçelerini açıklamakta gecikmesi haklı olarak eleştirilmektedir. Anayasa'nın emredici hükümlerinden biri, demokratik hukuk devletinde mahkeme kararlarının gerekçesiz olamayacağı ise diğeri Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararlarının gerekçesiz olarak açıklanamayacağıdır. Siyasî parti kapatma davalarının "iptal davası" olmadığı için gerekçesiz de olsa açıklanabileceği, tabiî ki doğrudur. Ancak, iptal kararlarını bile çoğu kez ve Anayasa hükmüne rağmen gerekçesiz açıklayan ve hattâ gerekçenin açıklanmasını karardan çok sonraya öteleyebilen Anayasa Mahkemesi'nin, bir tüzel kişi olan siyasî parti için adetâ "idam" nitelikteki kapatma kararını açıklarken gerekçe bildirmemesi, kamu vicdanını rahatsız etmektedir.

Yine de, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç'ın kapatma kararını kamuoyuna açıklarken yer verdiği ifadeden ve 14.12.2009 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan kısa karardan, "gerekçe" hakkında bir fikir sahibi olabilmekteyiz. Buna göre "Demokratik Toplum Partisi'nin, eylemleri yanında terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından, Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu'nun 101. ve 103. maddeleri gereğince KAPATILMASINA" karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu cümleden, kapatma gerekçesinin, kamuoyunda bazen zannedildiği gibi "terör bağlantısı" olmayıp, asıl gerekçenin Anayasa'nın 68. maddesinde yazılı bulunan "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline gelmek" olduğu görülmektedir. Gerekçenin doğrudan "terör bağlantısı" olmadığı, Anayasa'daki düzenlemeden de anlaşılabilmektedir. Zira Anayasa'nın 68. maddesinde düzenlenen siyasî parti kapatma nedenleri arasında, orada sayılan "fiillerin işlendiği bir odak haline gelmek" ile "suç işlenmesini teşvik etmek"ten söz edilmektedir. Dolayısıyla, DTP eğer "terör bağlantısı" nedeniyle kapatılmış olsaydı, bunu "suç işlenmesini teşvik etmek" biçiminde dile getirilmiş olan Anayasa hükmüne atıfla duyurmak gerekirdi. Mahkeme böyle yapmamış, ilgili maddede sayılan devletin niteliklerine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelmekten ötürü kapatma kararı verdiğini ilân etmiştir. Mes'elenin esası, ileride yayımlanacak olan gerekçede herhâlde açıklık kazanacaktır. Ancak, Resmî Gazete'de de açıklanan karara bakarak 'DTP'nin terör ve şiddet bağlantısı nedeniyle ve sadece bu nedenle kapatılmış' gibi bir değerlendirme yapmak şu an için doğru görünmemektedir.

AÇILIMIN GÖLGELENMEMESİ İÇİN

Hâl böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin bu gerekçeye dayanarak verdiği önceki kararlar hatırlanmakta ve şu soru akla gelmektedir: Anayasa Mahkemesi'nin geçmişte devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırılık nedeniyle vermiş olduğu ve çoğu DTP'nin temsil ettiği Kürt sorunuyla ilişkili olan parti kapatma kararlarının hukuka uygunluk derecesi nedir? Cevap çok net: Anayasa Mahkemesi'nin bugüne kadar verdiği bu tür parti kapatma davalarının tümü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hukuka aykırı bulunmuştur. Dolayısıyla, DTP kararının AİHM'ye götürülmesi hâlinde aynı akıbete uğrama ihtimali kuvvetli görünmektedir.

Şimdi bu noktada asıl üzerinde durulması gereken konunun Türkiye'deki parti kapatma sistemi olduğu belirginleşmektedir. DTP kararı vesîlesiyle konu yeniden gündemin ilk sıralarına yerleşmiştir ve kamuoyunun bir bölümü DTP'nin terör nedeniyle kapatıldığını düşündüğünden, kararı AİHS bağlamında normal karşılama eğilimindedir. Bu eğilim, AİHM'nin en son İspanya'daki Batasuna kararına atıflarla da desteklenmekte ve hatta "şiddet nedeniyle kapatma doğru" türü ifadeler kullanılmaktadır. İspanya'daki Bask mes'elesi, İspanya demokrasisinin Türkiye'den çok ileri olan standartları, bölgeli devlet modeli, ETA-Batasuna bağlantısının netliği gibi olgular, Türkiye-İspanya karşılaştırmasının tarihî ve güncel anlamda doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Ancak, burada asıl konu, hem İspanya'da ve hem de Almanya'da uygulanan parti kapatma sistemlerinin Türkiye'dekinden çok temel bazı farklılıklar içermesidir.
 
Çoğu herhangi bir siyasî parti kapatma sistemine yer vermeyen, önemli bir bölümünde bir siyasî partiler kanunu dahi bulunmayan Avrupa ülkelerinde, siyasî partilerin kapatılması ile ilgili yaygın kabûl gören görüş şöyle ifâde edilebilir: (1) Siyasî partilerin kapatılması, Batasuna örneğinde görüldüğü gibi, çok istisnaî olarak başvurulabilecek bir "son çare" olmalıdır. Buna göre, siyasî partilerin kapatılması, sâdece kanunî düzenlemelere dayanmamalı, ayrıca "âcil toplumsal ihtiyaç" ve "demokratik toplum düzeninin korunması bakımından zorunlu" olmak gibi koşullar da gerçekleşmelidir. (2) Siyasî partilerin kapatılması, siyasî nitelik taşıyan bir kararla başlatılan bir süreç olduğundan, bu tür bir kararın alınmasında mutlaka toplumu temsil kabiliyeti olan "yasama organı"nın inisiyatifine öncelik verilmelidir. (3) Siyasî partiler, program ve tüzüklerindeki düzenlemeler nedeniyle değil, sadece şiddet eylemlerine doğrudan veya teşvikçi mahiyette karışmaları halinde kapatılmalıdırlar.

Türkiye'deki parti kapatma sistemine bakıldığında, bu üç noktada ciddî aykırılıklar bulunmaktadır. Bir kere, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşundan bu yana geçen sürede DTP dahil 25 siyasî partinin kapatılmış olması, parti kapatmanın Türkiye'de bir "istisna" olmadığını göstermektedir. İkinci ve daha da önemli olarak, parti kapatma davalarının açılması sadece Cumhuriyet Başsavcısı'na bırakılmıştır. DTP kararını haklı göstermek için başvurulan İspanya ve Almanya örneklerinde kapatma davalarının açılmasında inisiyatif ilgili ülkelerin parlamentolarındadır. Bu, son derece önemli bir noktadır, zirâ kapatma davalarının açılmasında inisiyatif toplumu temsil eden demokratik parlamentolara verildiğinde, toplumsal temsil niteliği yüksek olan siyasî partiler değil, marjinal partiler kapatma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmektedirler. Türkiye'de ise özellikle RP ve AK Parti kapatma davalarında iktidar partilerine, DTP örneğinde ise Parlamento'da grubu bulunan ve Türkiye toplumunun en can yakıcı sorunu olan Kürt sorununda temsil kabiliyeti yüksek bir siyasî partiye karşı dava açılabilmektedir. Bu partilerden ikisinin kapatıldığı, birinin ise sadece nitelikli çoğunluk kuralı sayesinde kapatılmaktan kurtulduğu hatırlanırsa durumun Avrupa standartları karşısındaki vahameti ortaya çıkabilmektedir.

Çözüm bekleyen pek çok sorunda olduğu gibi Türkiye demokrasisinin bugününe ve geleceğine zarar veren parti kapatma mes'elesinin Avrupa standartlarına getirilmesi için, kapatma usûlünün Parlâmento'yu dâhil edecek biçimde değiştirilmesi, parti kapatma nedeninin sadece şiddetle ilişki biçiminde ve açıkça ifâde edilmesi yönünde Anayasa ve Siyasî Partiler Kanunu'nun değiştirilmesi gerekmektedir. TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin'in yaptığı eleştirinin de gösterdiği gibi, bugüne kadar yerine getirmediği bu inisiyatifi kendi eline alma görevini şimdi hemen yerine getirmek için harekete geçeceğini temenni edelim. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 90. maddesine öncelik verip uluslararası insan hakları hukukunu uygulamak yerine kapatma kararı vermeyi tercih etmeye devam edeceğini ortaya koyduğuna göre, başka da çâre yok gibi görünüyor. Aksi hâlde "demokratik açılım" kararlılığı da hak ettiği övgüden yoksun kalacaktır.

Kaynak: Zaman