Dünya Ağustos'ta Kafkaslar'da küçük bir savaşa şahit oldu. Retorik itinayla seçilmiş olmasa bile ateşliydi. Jeopolitik, oyuncuların konumsal avantajlar peşinde koştuğu devasa bir ikili satranç oyunları silsilesidir. Bu oyunlarda, hareketleri yönetmek için halihazırdaki kuralları bilmek önemlidir. Örneğin, satrançta atları çapraz hareket ettiremezsiniz.

1945'ten 1989'a dek ana oyun Birleşik Devletler ver Sovyetler Birliği arasındaydı. Buna Soğuk Savaş deniyordu. Temel kuralları ise "Yalta" diye anılıyordu. En önemli kural Avrupa'yı iki etki alanına bölen çizgiydi. Winston Churchill buna "Demir Perde" demişti ve Stettin'den Trieste'ye kadar uzanmaktaydı. Piyonlar ne kadar Avrupa'da bir savaşı tetiklese de, ne kadar kargaşa olursa olsun Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasında gerçek bir savaş olmayacaktı. Kargaşa çıktığında, her defasında taşlar başlangıçta neredeyse oraya geri oturacak, yerinden oynamayacaktı. Bu kurala, 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması olarak tariflenen Komünizmlerin çöküşüne dek, titizlikle uyuldu.

Herkesin o zaman algıladığı gibi, Yalta kuralları 1989 itibariyle ortadan kalkmıştı ve Birleşik Devletler ve (1991'den itibaren) Rusya arasındaki oyun tamamen değişmişti. Bundan beridir temel sorun Birleşik Devletler'in oyunun yeni kurallarını yanlış anlamış olmasıdır. Kendi kendini ve başkaları da onu tek süper güç olarak ilan etti. Satrancın kurallarına göre, bu Birleşik Devletler'in satranç tahtası üzerinde dilediğince hareket edebilmesi ve eski Sovyet piyonlarını kendi etki alanının içine transfer etmesi demekti. Birleşik Devletler, Clinton ve özellikle de Bush döneminde oyunu bu şekilde oynadı.

Bunda bir sorun vardı: Birleşik Devletler tek süper güç değildi, hatta artık bir süper güç değildi. Soğuk Savaş'ın sonu, Birleşik Devletler'i iki süper güçten biri olmaktan, devletler arası sistemde reel gücün tekelden dağıtımında güçlü bir devlet olmaya doğru dönüştürdü. Birçok büyük ülke şimdi, eski iki süper güçten biriyle bağlarını kesmeden kendi oyunlarını oynayabiliyordu. Böyle de yaptılar.

İki büyük jeopolitik karar Clinton döneminde verildi. İlk olarak, Birleşik Devletler eski Sovyet uydularını NATO'ya üye olmaları konusunda az ya da çok başarılı olacak şekilde zorladı. Kilit batı ülkeleri Almanya ve Fransa bile bu yola girmeye gönülsüzken bu ülkeler NATO'ya katılmakta müteredditti. ABD'nin taktiğini, yeni elde ettikleri jeopolitik hareket serbestliğini kısıtlamaya dönük, kısmen kendilerine yönelik bir hareket olarak algılıyorlardı.
ABD'nin ikinci kilit kararı, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içindeki sınırların yeniden düzenlenmesinde aktif bir rol oynamaktı. Bu, Kosova'yı Sırbistan'dan ayırma yolundaki kararı askeri güçle kabul ettirmesine ve uygulatmasına kadar vardı.

Rusya, Yeltsin zamanında dahi ABD'nin bu hareketlerinden rahatsızdı. Ne var ki, Rusya'nın Yeltsin'li yıllarda siyasal ve ekonomik dağılmışlığı ona yalnızca şikayet etme şansı veriyordu ki bunda da oldukça zayıftı.

George W. Bush ve Vladimir Putin'in iktidara gelişleri az çok eşzamanlı oldu. Bush, tek süper güç taktiğini Clinton'dan daha fazla izledi (Taşları kendi kararlarına göre oynatabiliyordu). Bush öncelikle, 2001'de 1972 tarihli ABD-Sovyet Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. Ardından, Clinton döneminde imzalanan 1996 Kapsamlı Deneme Yasağı Anlaşması'nı ve SALT II Nükleer Silahsızlanma anlaşmasında kararlaştırılan değişiklikleri onaylamayacağını ilan etti. Bununla Birleşik Devletler, kendi Ulusal Füze Savunma Sistemi ile yoluna devam edeceğini duyuruyordu.

Tabii bir de, 2003'te Bush'un Irak'a saldırısı var. Bu genişlemenin bir parçası olarak, Birleşik Devletler önceleri Sovyetler Birliği'nin parçası olan Orta Asya cumhuriyetlerinde askeri üslerde hak iddia edip kazandı ve izinsiz uçuş hakkı kazandı. Bunun yanında, Orta Asya ve Kafkasya'daki petrol ve doğalgazın Rusya'yı baypas edecek şekilde geçtiği boru hatlarının inşasını destekledi. Son olarak, Birleşik Devletler görünüşte İran füzelerinden korunmak için Polonya'ya ve Çek Cumhuriyeti'ne füze savunma kalkanı yerleştirme konusunda anlaştı. Ne var ki, Rusya bunları kendisine yönelik hareketler olarak algıladı.

Putin, Yeltsin'den daha etkili bir atakta bulunmaya karar verdi. İhtiyatlı bir oyuncu olarak, etkin merkezi otoritesini yeniden kurdu ve Rus ordusunu canlandırarak, öncelikle kendi ülkesindeki ana üsleri güçlendirdi. Bu noktada dünya-ekonomideki akış değişti, Rusya aniden, yalnız petrol ticaretinin değil, Batı Avrupa ülkelerinin ihtiyacı olan doğalgazın zengin ve güçlü denetleyicisi haline geldi.

Putin vakit kaybetmeden harekete geçti. Çin ile bir dizi anlaşma yaptı. İran ile sıkı ilişkileri korudu. Birleşik Devletler'i Orta Asya'daki üslerinden çıkması yönünde zorlamaya başladı. NATO'nun iki anahtar bölgeye doğru -Ukrayna ve Gürcistan- daha da genişlemesi karşısında sağlam bir duruş sergiledi.

Sovyetler Birliği'nin dağılması, Gürcistan dahil, eski cumhuriyetlerin çoğunda etnik ayrılıkçı hareketlere neden oldu. Gürcistan, 1990'da Gürcü olmayan etnik bölgelerin özerk statüsüne, bunları kendilerini bağımsız devletler olarak tanımlamalarına neden olacak şekilde son vermeye çalıştı. Bunlar kimse tarafında tanınmasa da, Rusya fiili özerkliklerinin garantörü durumundaydı.

Çakan iki kıvılcım, gündemdeki bu küçük savaşın habercisiydi. Şubatta, Kosova fiili özerkliğini, hukuki bağımsızlığa dönüştürdü. Bunu Birleşik Devletler ve birçok Avrupalı ülke destekledi ve tanıdı. Rusya bu hareketin mantığının eski Sovyet Cumhuriyetleri'nin ayrılması yönünde de eşit olarak uygulanabileceği konusunda o vakit uyarmıştı. Rusya ilk kez Gürcistan'da, aniden, tam da Kosova'ya cevap olarak, Güney Osetya'nın hukuki bağımsızlığını tanıma kararı aldı.

Bu sene Nisan'daki NATO toplantısında Birleşik Devletler, Gürcistan ve Ukrayna'nın "Üyelik Hareket Planı"na kabul edilmesi için bir taslak sundu. Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık bu harekete, Rusya'yı kışkırtacağını ileri sürerek karşı çıkmışlardı.

Gürcistan'ın neo-liberal ve oldukça Amerikan yanlısı başkanı Mihail Saakaşvili artık çaresizdi. Güney Osetya'da (ve Abhazya'da) Gürcistan'da sonsuza dek kaybettiği otoritesini yeniden iddia etti. Güney Osetya'ya saldırmak için Rusya'nın bir dikkatsizlik anını seçti (Putin Olimpiyatlar'daydı, Medvedev ise tatildeydi). Şüphesiz, zayıf Güney Osetya ordusu tamamen çöktü. Saakaşvili böylece Birleşik Devletler'i (ve aslında Almanya ve Fransa'yı da) zorlayacağını umdu.

Bunun yerine, Rusya'nın Gürcistan'ın küçük ordusunu alt eden ani askeri karşılığı ile karşılaştı. George W. Bush'tan alabildiği ise yalnızca bir retorikti. Tüm bunlardan sonra Bush ne yapabilirdi ki? Birleşik Devletler süper güç değildi. Silahlı kuvvetleri Ortadoğu'da kaybetmekte oldukları savaşa bağlı durumdaydı. Her şeyden önemlisi, Birleşik Devletler'in Rusya'ya, Rusya'nın kendisine olduğundan daha çok ihtiyacı vardı. Rusya'nın Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Financial Times gazetesindeki op-ed* yazısında Rusya'nın "Ortadoğu'da, İran'da ve Kuzey Kore'de Batı ile ortak olduğunu" üstüne basarak belirtti.

Batı Avrupa'ya gelince, Rusya gaz arzını tümüyle kontrol etmektedir. Gürcistan ve Rusya arasındaki ateşkes müzakerelerini gerçekleştirenin Condoleezza Rice değil, Sarkozy olması tesadüf değildir. Ateşkes, Gürcistan'ın iki asli tavizini içeriyordu. Gürcistan, Güney Osetya'da daha fazla kuvvet kullanmamayı taahhüt ediyordu ve anlaşma Gürcistan'ın toprak bütünlüğüne hiçbir atıfta bulunmuyordu.

Böylelikle Rusya bundan eskisinden de güçlü çıktı. Saakaşvili elindeki her şeyi riske ederek sonunda jeopolitik anlamda iflas etti. İronik bir dipnot düşmek gerekirse, Irak'taki koalisyonda ABD'nin son müttefiklerinden Gürcistan, Irak'taki 2000 askerini de geri çekti. Bu askerler Şii bölgelerinde kilit rol oynuyordu ve şimdi yerlerini, diğer bölgelerden de çekilmeleri beklenen ABD askerlerine bıraktılar.

Jeopolitik satranç oynuyorsanız, en iyisi kuralları bilmektir. Yoksa mat edileceğiniz kesindir.
 

 

Kaynak: Latin Bilgi