İsveç meclisinin, 1915-1916 arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin ve diğer etnik grupların katledilmesini soykırım olarak kabul etmesiyle ilgili olarak iki sorun var.
Birincisi ve daha önemlisi ilkesel olanı: Meclis neyin tarihsel gerçeklik olup olmadığını oylamamalı. İkinci sorunsa pragmatik: Dünyanın, İsveç dış politikasının sorumluluğunu ve yönetimini özellikle de hassas konularda kimin üstlendiğini bilmesi önemlidir.
1972 Noel’inde, dönemin İsveç başbakanı Olof Palme’nin ABD’nin Kuzey Vietnam’ı bombalamasına yönelik sert eleştirileri iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde krize yol açmıştı. Başbakanın bu meselede kullandığı sert kelimeler hakkında isteyen istediğini düşünebilirdi, fakat meselenin kim tarafından yönetildiği konusunda kimsenin şüphesi yoktu.
Dış politikanın dümeni savruluyor
İsveç meclisinin Ermeni soykırımını kabul etmesiyle bunun tam tersi bir durum oluştu. Siyasi parti üyelerinin parti disiplinine aykırı hareket edip, meclisin İsveç halkının en yüce temsilcisi olduğunu göstermelerinde yanlış bir şey yok. Fakat meclis ve hükümet farklı görüşlere sahipse, o zaman dış politikayı yürütmede zorluklarla karşılaşılabilir.
Aynı zamanda şunu da hatırlamalıyız ki, buradaki asıl sorun Türkiye’nin konuya ilişkin tavrından kaynaklanıyor. Türkiye’de soykırımla ilgili suçlamaların ‘Türklüğe hakaret’ nedeniyle cezai kovuşturmaya uğraması, geçmiş hakkında tarihsel tartışmalar yapabilme özgürlüğünü tehdit ediyor. Ayrıca, İsveçli uluslararası hukuk uzmanı Ove Bring’in de ifade ettiği gibi, Türkiye gereğinden fazla tepki gösterdi. Meclisin bir bildiriyi kabul etmesi, İsveç hükümetinin Türkiye’ye yönelik tavrının değiştiği anlamına gelmez.
Bununla birlikte, İsveç’in gözardı ettiği başka bazı şeyler de var. Türkiye ve Ermenistan sonbaharda, ilişkileri normalleştirilmek üzere ortak bir anlaşmaya imza attılar. Anlaşma iki ülkede de ciddi eleştirilerle karşılaştı.
Ermeni tarafında, Türkiye’nin soykırımı tanımamış olmasından dolayı mutsuzluk duyan birçok kişi vardı. Fakat aynı zamanda ve biraz da paradoksal bir biçimde, Türkiye’de de eleştiriler yükseldi; çünkü Ermenistan anayasa mahkemesi yapılan anlaşmayı, Türkiye’nin soykırımı dolaylı olarak kabul ettiği şeklinde yorumladı. Son olarak, İsveç meclisinin de soykırımı tanıyan ulusal meclisler arasına katılması, Türk milliyetçilerine Ermenistan’la başlatılan görüşmeleri eleştirmek için yeni savlar verdi.
Türkiye’nin bu konuda çok da seçeneği yok. Sözgelimi, Başbakan Tayyip Erdoğan bu kararın arkasında İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’in olmadığını biliyor, fakat yine de İsveç’e karşı bir tavır almak zorunda kaldı.
AB rotası yararlı
İsveç ve diğer ülkeler elbette Erdoğan’ın hayatını kolaylaştırmak adına Türkiye’yi eleştirmekten geri durmamalı. Nihayetinde, Türkiye’nin AB üyeliği başvurusu, bugüne dek demokrasi ve insan hakları alanlarındaki reformların teşvik ve talep edilmesinin bir bileşimi çerçevesinde değerlendirilirdi. Soykırım meselesinde de aynı şekilde davranılmalı.
Fakat bu stratejinin başarılı olabilmesi için iki şey gerekiyor. Öncelikle, uluslararası kamuoyu Türkiye’de aşırı milliyetçilikle ve baskıcı yasalarla mücadele eden güçlerle işbirliğine gitmeli.
İkincisi, dış politikada belirli bir düzen olmalı.
(İsveç gazetesi, başyazı, 13 Mart 2010)
Kaynak: Radikal