1994'te Zaman Gazetesi'ne yazdığım bir yazıya "Karşımdakinin haklı olabileceğini düşünmediğim çok az mesele vardır ama Bosna'da kimin haklı olduğuna dair içimde en küçük bir şüphe yok." diye başlamıştım.
Yıllar yıllar sonra bir diğer meselede aynı şekilde tereddütsüz konuşabiliyorum: İstanbul'un silueti. Ne olduğunun ve öneminin yeterince anlaşılmadığına ve şu anda tahrip edilmekte olduğuna eminim ("eee, bunlar böyledir işte, çekirdeksiz karpuz icat etsen yaranamazsın, zaten birinci köprüye de karşı çıkmışlardı."). Yahya Kemal'in "Türklüğün yeryüzünde güzellik nâmına başka bir eseri olmasaydı yalnız bu şehir onun nasıl bir yaratıcı kudrette olduğunu isbât etmeğe kifâyet ederdi." derken kastettiği yer en başta burasıdır ve hangi kimlik ile olursa olsun bugün kendisini bu kültür havzasına ait addeden herkes için bir kamu hazinesidir.
Sadece ben ve benim gibi düşünen ve sesini çıkaranlar değil, UNESCO için yazılan (ve köprüyü yapanlar tarafından en azından sarı ışık yaktığı yönünde yorumlanan) rapor dahi, yapının şehrin siluetine "geri dönüşü olmayan ve vahim bir zarar" vereceğini söylüyor. Ama sonra, "e madem bu kadar masrafa girilmiş, bitirilmesinden başka çare yok" makamında bir oldubittiye kapı açıyor. Kısacası, şu anda durum budur: etmiş olduğumuz masraftan dolayı İstanbul'un biricik siluetine, bence Bizans ve Osmanlı kültür mirası açısından Türkiye'nin en büyük kamu hazinesine geri dönüşü olmayan vahim bir zarar veriyoruz. Kendi ellerimizle. Bunun tek dönüş yolu, inşaatı derhal durdurmak ve bu yaraya nasıl neşter vurulabileceği konusunda oluşturulacak bir uzmanlar heyetini belediye ile birlikte çalışarak alternatifler üzerinde acilen yapıcı ve gerçekçi fikir üretmeye davet etmek. Çünkü bir kere tamamlanırsa vay halimize.
Bu iddiaları ilk seslendirdiğimizde köprünün o Godzilla ayakları ortaya çıkmamıştı. Sadece ve sadece projenin resmi kanallarda verilen (ve ne kadar yanıltıcı olduğu her gün biraz daha belirgin bir şekilde ortaya çıkan) çizimleriyle bile siluetin başına gelecekler belliydi. Bu çizimlerin hemen hepsinde Süleymaniye ve Topkapı yönüne değil, Kasımpaşa yönüne bakan perspektiflerin kullanılması tesadüf değildi. Şimdi bir de bu sakil ayakların taşıyacağı yapının orta yerine, blok şeklinde, kemer tonoz örtülü mekân oturtularak metro durağı mı köprü mü belli olmayan bir gudubetin ortaya çıkması konusunda endişelenmek düşüyor bizlere.
Tartışmayı Süleymaniye'nin görünümü ile sınırlama çabası, işin içinde bir bit yeniği olduğunu daha başından söylüyordu. Köprünün üstünde kalan direkler, Süleymaniye'nin kaidesini aşmayacak bir seviyeye indirildiğinde siluete zarar gelmeyeceğini söylemek, İstanbul'un biricikliğinin ne demek olduğunu bilmemek demekti. Yüzyıllar boyunca bir simge değeri taşımasının ne demek olduğunu bilmemek demekti. Süleymaniye Camii'ni alın, çıplak bir tepeye koyun, aynı etkiyi yapar mı? Yine çok güzel bir bina deriz ama o noktada Süleymaniye bütün tarihsel referanslarını ve bağlamını yitirecektir. İstanbul'un en önemli silueti, Süleymaniye'den başlayarak Topkapı Sarayı'na kadar eğilerek giden yamaçlarda, üç boyutlu, adeta bir yontu lezzeti veren, birbiri ile (ve şehrin Doğu Roma mirası ile) tenasüp adabı içinde sohbet eden Osmanlı yapılarıdır. Siluet budur, sadece tepe çizgisi de değildir. Buna Eyüp'ten Sarayburnu'na, hatta Salacak'a uzanan kesintisiz, derin perspektifin etkisini de eklemek gerekir. Tartışmayı, köprünün Süleymaniye'ye olan müdahalesini konuşmakla sınırlarsak İstanbul'un eşsiz siluetine haksızlık etmiş oluruz. Daha önce defalarca ifade ettiğim gibi, Osmanlı imar anlayışında gündelik hayatın estetiği bir kamu hizmetidir. Bu anlayışa bağlı olarak şehircilik ilkelidir, yenilikçidir ama şehir dokusunda insicama ve bütünlüğe önem verir, tekil yapılara ve işlevselliğe indirgenemez. Bu mirasa sahip çıkma iddiası ile bu köprü bir arada yaşayamaz.
Resimlere bir bakın lütfen. Köprü ortaya çıkmaya başlayınca durumun daha önceki endişelerimizin de ötesinde bir vahamet taşıdığı göründü. Şimdi kimdedir bunun mesuliyeti bilemem ama bu eşsiz kültür hazinesinin orta yerinde bu ayaklarla, bu hançerle yaşamak zorunda olmamızın acısı bize düşüyor. Fotoğraflar yanıltabilir, benim seçtiklerime de güvenmeyin, ne olursunuz gidin kendi gözünüzle görün. 2012 yılında bu şehre reva görülen budur. Bu da bana elem veriyor. Ya size?
Kaynak: Zaman