Cumhuriyeti korumak ya da en azından bilinçli bir biçimde aleyhine faaliyet göstermemek her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının anayasal sorumluluğu.

Üniversitelerin ise asli işinin bu olduğunu düşünmek bile komik.

Üniversitelerin asli işinin ne olduğu da zaten üniversite kelimesinin etimolojisinden de anlaşılacağı gibi evrensel bir fonksiyon.

Yazıya neden böyle bir giriş yaptım aşağıda anlatmaya gayret edeceğim.

* * *

Türkiye'nin en büyük, en eski üniversitesinde 16 Aralık günü rektör seçimleri yapılacak.

Yaş haddi nedeniyle bir kez daha seçimlere giremeyecek olan Prof. Dr. Mesut Parlak'ın yerine yeni bir rektör seçilecek.

Bu yazıyı da İ.Ü. rektör seçimleri hakkında Cumhuriyet gazetesinde 18 Kasım Salı günü çıkan çok detaylı bir haber üzerine kaleme almaya karar verdim.

Günümüzde sadece Türkiye'de değil ama herhalde ABD dışında tüm ülkelerde üniversite kurumu büyük bir sıkıntının, dönüşümün içinden geçiyor; bu sıkıntının kökeninde de üniversite kurumunun ve modelinin sanayi sonrası toplum modeline geçişte uyumsuzluğundan, eski alışkanlıkları, eski zihin yapılarını terketmedeki zorluklardan kaynaklanıyor.

Cumhuriyet gazetesinin anılan sayısında görevi bırakacak mevcut rektör Sayın Parlak ve rektör adayları ile ilgili söyleşiler ve adayların projeleri var.

Kişisel olarak da tanıdığım ve çok saygı duyduğum Sayın Parlak'ın yeni seçilecek rektörlerden beklentilerinin başında 'Cumhuriyet'e sahip çıkmaları' var; adaylardan Prof. Dr. Melih Boydak da anlaşılan kendine temel slogan olarak 'İlkemiz Cumhuriyet'i korumak'ı seçmiş gibi görünüyor.

Prof. Dr. Gülçin Bermek'in de öne çıkan sloganı 'Atatürk ilke ve devrimlerinin ürünüyüm' biçiminde.

Sayın Bermek demecinde aynen şunu söylüyor: 'Üniversitemizi Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yöneteceğim. Kendimi üniversitemin bir ferdi olduğu kadar Atatürk ilke ve devrimlerinin bir ürünü ve bayrak taşıyıcısı olarak kabul ediyorum'.

Başka bir rektör adayı Prof.Dr. Sayın Ali Akyüz de 'bireyin mili değerler içinde yetişmesini sağlayacak bir yuva inşa edeceğini' belirtiyor.

Bu demeçleri arka arakaya okuduğunuzda seçimin bir üniversite rektörlük görevi için mi yoksa bir siyasi parti başkanlığı için mi yapılacağı konusunda aklınız karışıyor.

Yazımın başında belirttiğim gibi Cumhuriyet kavramı zaten anayasal bir yönetim biçimi ve bilebildiğim, görebildiğim kadarıyla ülkemizde anti cumhuriyetçi birileri (padişahçı, meşruti padişahlık rejimini savunan) pek yok ya da son derece az sayıda.

İstanbul Üniversitesi'nde ve daha genel olarak da üniversitelerimizde yöneticilerin asli sorunlarla uğraşmak yerine 'Cumhuriyet'e sahip çıkma' söylemine sarılmaları 28 Şubat sürecinin ve İ.Ü.'de de Alemdaroğlu sürecinin ürünü.

Aklı başında herkes bu tür bir yaklaşımının üniversitelere zarar verdiğini ya da en azından bir katkı yapmadığını çok iyi görüyor.

Rektörlük seçim yarışında ise öne 'Cumhuriyeti kollama' sloganını çıkarma en azından komik.

Üniversiteleri çağı daha iyi anlayan, daha özgür kurumlar yapmak (adaylardan Prof.Dr. Erhun Eyüboğlu bu vurguyu yapıyor), 'her dalda' bilimsel araştırma sayısını artırmak ve bunların nasıl yapılacağını somut olarak belirtmek, müfredatı tümüyle yeniden yapılandırmak temel hedef olmalı iken tartışmaları Cumhuriyeti kollamaya çekmek üniversitenin temel işlevine, evrensellik ilkesine zaten aykırı.

Yukarıda 'her dalda' ibareseni kullanıyorum zira İstanbul Üniversitesi iki tıp fakültesiyle dünyada en yüksek sayıda hasta kabul eden üniversitelerin herhalde başlarında geliyor ve bunca denek arasından tıp alanında uluslararası makale çıkarmak kolaylaşıyor ama İ.Ü.'de tıp dışında uluslararası makale sayısı yok düzeyinde; bunu da sıralamalarda iyi değerlendirmek lazım.

Anlaşılan yine gerçek sorunların konuşulmadığı bir İ.Ü. rektörlük seçimi yaşanacak.

Zaten rektörlerin seçimle yönetime gelmesinin yarar ve anlamsızlıklarının da tartışılmasının zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor.

 

Kaynak:İstanbul Üniversitesi ve Cumhuriyet  Eser KARAKAŞ [email protected] korumak ya da en azından bilinçli bir biçimde aleyhine faaliyet göstermemek her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının anayasal sorumluluğu.

Üniversitelerin ise asli işinin bu olduğunu düşünmek bile komik.

Üniversitelerin asli işinin ne olduğu da zaten üniversite kelimesinin etimolojisinden de anlaşılacağı gibi evrensel bir fonksiyon.

Yazıya neden böyle bir giriş yaptım aşağıda anlatmaya gayret edeceğim.

* * *

Türkiye'nin en büyük, en eski üniversitesinde 16 Aralık günü rektör seçimleri yapılacak.

Yaş haddi nedeniyle bir kez daha seçimlere giremeyecek olan Prof. Dr. Mesut Parlak'ın yerine yeni bir rektör seçilecek.

Bu yazıyı da İ.Ü. rektör seçimleri hakkında Cumhuriyet gazetesinde 18 Kasım Salı günü çıkan çok detaylı bir haber üzerine kaleme almaya karar verdim.

Günümüzde sadece Türkiye'de değil ama herhalde ABD dışında tüm ülkelerde üniversite kurumu büyük bir sıkıntının, dönüşümün içinden geçiyor; bu sıkıntının kökeninde de üniversite kurumunun ve modelinin sanayi sonrası toplum modeline geçişte uyumsuzluğundan, eski alışkanlıkları, eski zihin yapılarını terketmedeki zorluklardan kaynaklanıyor.

Cumhuriyet gazetesinin anılan sayısında görevi bırakacak mevcut rektör Sayın Parlak ve rektör adayları ile ilgili söyleşiler ve adayların projeleri var.

Kişisel olarak da tanıdığım ve çok saygı duyduğum Sayın Parlak'ın yeni seçilecek rektörlerden beklentilerinin başında 'Cumhuriyet'e sahip çıkmaları' var; adaylardan Prof. Dr. Melih Boydak da anlaşılan kendine temel slogan olarak 'İlkemiz Cumhuriyet'i korumak'ı seçmiş gibi görünüyor.

Prof. Dr. Gülçin Bermek'in de öne çıkan sloganı 'Atatürk ilke ve devrimlerinin ürünüyüm' biçiminde.

Sayın Bermek demecinde aynen şunu söylüyor: 'Üniversitemizi Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yöneteceğim. Kendimi üniversitemin bir ferdi olduğu kadar Atatürk ilke ve devrimlerinin bir ürünü ve bayrak taşıyıcısı olarak kabul ediyorum'.

Başka bir rektör adayı Prof.Dr. Sayın Ali Akyüz de 'bireyin mili değerler içinde yetişmesini sağlayacak bir yuva inşa edeceğini' belirtiyor.

Bu demeçleri arka arakaya okuduğunuzda seçimin bir üniversite rektörlük görevi için mi yoksa bir siyasi parti başkanlığı için mi yapılacağı konusunda aklınız karışıyor.

Yazımın başında belirttiğim gibi Cumhuriyet kavramı zaten anayasal bir yönetim biçimi ve bilebildiğim, görebildiğim kadarıyla ülkemizde anti cumhuriyetçi birileri (padişahçı, meşruti padişahlık rejimini savunan) pek yok ya da son derece az sayıda.

İstanbul Üniversitesi'nde ve daha genel olarak da üniversitelerimizde yöneticilerin asli sorunlarla uğraşmak yerine 'Cumhuriyet'e sahip çıkma' söylemine sarılmaları 28 Şubat sürecinin ve İ.Ü.'de de Alemdaroğlu sürecinin ürünü.

Aklı başında herkes bu tür bir yaklaşımının üniversitelere zarar verdiğini ya da en azından bir katkı yapmadığını çok iyi görüyor.

Rektörlük seçim yarışında ise öne 'Cumhuriyeti kollama' sloganını çıkarma en azından komik.

Üniversiteleri çağı daha iyi anlayan, daha özgür kurumlar yapmak (adaylardan Prof.Dr. Erhun Eyüboğlu bu vurguyu yapıyor), 'her dalda' bilimsel araştırma sayısını artırmak ve bunların nasıl yapılacağını somut olarak belirtmek, müfredatı tümüyle yeniden yapılandırmak temel hedef olmalı iken tartışmaları Cumhuriyeti kollamaya çekmek üniversitenin temel işlevine, evrensellik ilkesine zaten aykırı.

Yukarıda 'her dalda' ibareseni kullanıyorum zira İstanbul Üniversitesi iki tıp fakültesiyle dünyada en yüksek sayıda hasta kabul eden üniversitelerin herhalde başlarında geliyor ve bunca denek arasından tıp alanında uluslararası makale çıkarmak kolaylaşıyor ama İ.Ü.'de tıp dışında uluslararası makale sayısı yok düzeyinde; bunu da sıralamalarda iyi değerlendirmek lazım.

Anlaşılan yine gerçek sorunların konuşulmadığı bir İ.Ü. rektörlük seçimi yaşanacak.

Zaten rektörlerin seçimle yönetime gelmesinin yarar ve anlamsızlıklarının da tartışılmasının zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor.
 

 

Kaynak: Star