Filistin’de ulusal barışın sağlanmasıyla ilgili konuşmaların üzerinden yıllar geçti, Filistinliler ne zaman bu barışın yakın olduğunu düşünse, ya barış kendiliğinden uzaklaştı ya da bu barışın olması gerektiğini söyleyenlerin bizzat kendisi barışı uzaklaştırdılar. Hamas ve el Fetih liderleri birbirleriyle buluştular, karşılıklı kucaklaşılıp öpüşüldü, siyasi analizciler sevinç dolu günlerin çok yakın olduğunu ifade eden analizler yaptılar. Ancak bir türlü istenen olmadı, iyimserlik de yerini yavaş yavaş başarısızlığa bıraktı.

2005 yılında Kahire Anlaşması imzalandı ama uygulanmadı, 2007 Mekke Anlaşması’nın akibeti de aynı oldu. Farklı buluşmalarda imzalanan ikincil düzeydeki anlaşmalar da aynı kaderi paylaştı. Peki ortada Filistin barışı diye bir şey var mı? Hayır yok, öznel ve nesnel durumlar bu şekilde sürdüğü müddetçe, cevap olumsuz. FKÖ çatısı altında olan ya da olmayan Filistinli örgütlerden istenen şey, Filistin halkına daha fazla umut vermemeleri.

İç Barış ve Filistin Birliği

 Süreci dışardan gözlemleyenler, iç barışla ilgili konunun daha çok Hamas ve el Fetih hareketleri arasındaki anlaşmayla ilgili olduğunu, Filistin vatanının birliğiyle ilgili olmadığını görür. Bu yaklaşım maalesef Filistin toplumunu yok sayan bir yaklaşım olup sorunun sadece gruplarla ya da kabilelerle ilgili olduğunu varsaymaktadır. İki grubun liderleri sulh çağrısında bulunurlarsa iç savaş hemen sona erecektir. Bu ise Filistin toplumunun gerek içerde gerekse diasporadakilerin durumlarına yönelik bir düzenleme hakkında topyekun bir bakış açısının olmadığını gösterir.  Durum sadece iki grup arasındaki düşmanlığa indergenmiş olup iki grubu çok daha üst düzey bir doku içerisinde kuşatmış olan toplumla doğrudan bir ilgisi yoktur.

Filistin halkı, her kesimden insanların bağlı kalacağı tek bir anayasa ve sözleşme çerçevesinde bir araya getirecek bir Filistin ulusal birliğine muhtaçtır. Aynı şekilde kültürel birlik ve mücadele birliği oluşturularak tek bir neticeye, yani Filistin halkının ulusal haklarını geri almak olan bir sonuca götürmelidir. Ancak Hamaslılarla el Fetihliler arasındaki görüşmeler, söz konusu hedefe hizmet edecek stratejik boyuttan uzak, dar hizipsel çıkarlarla örülü bir bakış açısı çerçevesinde gelişmektedir.

Filistinlilerin kendi içindeki anlaşmazlıklar yapısaldır ve karmaşıktır

Bir defa şu gerçeği görmek gerekir ki Filistin’de meydana gelen anlaşmazlıklar anlık olaylar ya da sadece belirli bir zaman dilimine ait anlaşmazlıklar değildir. Geçici faktörler en fazla bu sorunların biraz daha fazla alevlenmesine neden olabilir. Ancak söz konusu sorun sanıldığından daha karmaşık olup kökleri Arap yönetim anlayışında ya da Filistin halkının liderlere bakışında içkin bulunmaktadır. Filistin, on yıllar boyunca karar alma mekanizmasındaki tekelci anlayıştan çektiği gibi, paraya tek başına hakim olma, başkalarını dışlama gibi yaklaşımlardan da çok zarar görmüştür.  

Filistinli örgütler geçmişte altmışlı yılların sonlarına doğru Ürdün’de, yetmişli ve seksenli yılların sonlarında Lübnan’da da kendi aralarında iç savaş yaşadılar, birbirlerine silah çektiler. Ancak yaşadıkları bu acı tecrübelere rağmen aralarındaki anlaşmazlıkları giderecek ve iç savaş yaşanmasına engel olacak, anayasal ve hukuki düzeyde net bir yaklaşım geliştiremediler. Filistinli Filistinliyi öldürdükten sonra, bu iç çatışmanın bizzat müsebbibi olan örgüt liderleri televizyonların karşısına çıkıp, üzüntülerini ve pişmanlıklarını dile getirirlerdi. Aradan belirli bir zaman geçtikten sonra yapılan içi boş konferans ya da toplantılarda buluşan bu örgüt yetkilileri, Filistin’in birliğini vurgulamak için ellerini çaprazlama bir şekilde kaldırırlardı.       

Oslo görüşmelerinden ya da imza töreninden önce Oslo Anlaşması’ndan kaç Filistinlinin haberi vardı?  Ben siyaset bilimi kürsüsünde öğretim üyesi olduğum halde bunu bilmiyordum. Washington’da temsilci olarak görevlendirilmiş Filistin heyeti de bunu bilmiyordu ve anlaşmayla ilgili haber ve bilgileri medyadan duymuşlardı. Daha sonra bu süreci aktaranların belirttiğine göre ortaya çıktı ki; sadece üç kişi sürecin hazırlığında rol almıştı, istesinler ya da istemesinler halka bu süreç dayatılmıştı.  Aynı durumu, kararları tek bir kişiyle ya da çok az sayıdaki insanlarla alan geleneksel Filistin tavrında da yaşadık, bu tavır Filistin’deki kanlı süreçte de değişmedi.

Filistinli örgütler, bütün çabalarını başından beri bilimsel bir karar mekanizması oluşturma üzerinde yoğunlaştırması gerekiyordu. Ancak bunun yerine onlar, pastadan ne kadar pay kapacakları üzerinde durdular. Ve Filistin ulusal çıkarlarını, kendi ilkelerine aldırış etmeksizin bir kenara bıraktılar, dolayısıyla en ağır bedeli Filistin halkı ödedi.

Bu durum şu ana kadar devam etti. Herhangi bir hükümet kurulması sırasında ya da bir rant paylaşımı esnasında ya da belirli bir pastanın varlığının ortaya çıkması durumlarında net bir şekilde görüldü. Filistinli örgütler, kurtuluş mücadelesi vermekten çok uzaklaştılar. Bir çoğu da rasyonel yaklaşım, fırsat vermek, barışçıl saldırı ya da diplomatik ataklar gibi boş şeylerle uğraştılar.

Yetmişli yıllardan beri, gayet açıktır ki Filistin liderliğinin bileşimi ve bunun Filistin örgütleri düzeyindeki sonuçları, Filistin halkını mağlubiyete sürüklemekteydi ve bu nedenle de Filistin halkı, ilkelerini ve bayraktarlığını yaptığı temel şiarlarını, mağlubiyetten zafer, başarısızlıktan tarihi bir zafer çıkardığını iddia ettiği, sürekli mazeret üreten bir takım sözler uğruna neredeyse kaybediyordu.  O dönemde de daha sonraki dönemde de bunlardan bahsettim. Filistinli örgütlerin bir kısmından, beni hainlikle suçlamaktan başka bir yanıt gelmedi.

Filistinlilerin birliğine karşı pragmatizm

Aileler, partiler veyahut bireyler kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşayabilir, bu hayatın gerçekliğinin bir parçasıdır. Ancak hayatın gerçekliğinden uzaklaşan şey, anlaşmazlığın kurunun yanında yaşın da yandığı, herkesin geleceğini yok eden bir yıkımla sonuçlanmasıdır. İnsanlar bir okulun nereye yapılacağı üzerinde anlaşmazlığa düşebilir bu konuda tartışma yaşayabilirler, ancak okulun hedefleri, kriterleri ve öğretmenlerin görevlendirilmesiyle ilgili anlaşmazlığa düşmemeleri gerekir.

İnsanlar, teknik konularda uzlaşamayabilirler, ancak prensip düzeyindeki meselelerde anlaşmazlık yaşamamalılar, aksi taktirde kurumun kendisi daha başlamadan başarısızlığa mahkum olur. Filistin’de, okulun müdürleri hakkında anlaşmazlık var, zira sürekli aranan şey yeterlilik değil maalesef siyasi faktörler oluyor. Üniversitenin nereye inşa edileceği üzerinde belki birleşiyorlar ama üniversitenin rektörönün hangi siyasi harekete üye olacağını bir türlü kararlaştıramıyorlar. Bu ise üniversitenin kesin başarısız olmasına neden oluyor. Tabii ki Arap rejimleri de aynı yöntemi takip ediyor.

Liderlerin siyasi kararlar aldıklarında onların grupsal çıkarlarla Filistin’in ulusal birliği arasında bir denge oluşturmalarını isteyen bir yaklaşım son günlerde yaygınlaşmaya başladı.  Grupların çıkarlarıyla çeliştiğinde, Filistin’in ulusal birliğini tercih etmeleri gerekiyor.Nedeni ise ulusal birliğin herkesi kayıplardan koruyacak olması, ancak grupsal çıkarlar, bazen gruba hizmet ettiği gibi her zaman o topluluğu da korumaz.

Bir çok maddesi iptal edilmiş olan Filistin milli misakının, Filistin halkının birliğinin Filistin’in çıkarına olduğundan bahsettiğinden dem vurularak, ona bağlı olmanın bütün siyasi değerlendirmelerin üstünde olduğu söylenir. Ancak, sonradan ortaya çıktı ki, Filistin liderliğinin misak karşısındaki tutumu, Arap devletlerinin kendi anayasalarına karşı tutumlarını aşmış durumda.

Örneğin, Suriye, anayasasını oğul Esed’e uygun gelecek şekilde düzeltti. Lübnan da anayasasını kendi devlet başkanına uyarladı. Filistin liderliği ise misakı görmezden gelerek onunla bütünüyle çelişen bir anlaşmanın altına imza attı. Misak, ancak söz konusu anlaşmanın fiilen uygulamaya geçmesinden üç sene sonra düzeltildi. Ulusal birlik ilkesine bağlılık gerçekleşmediği gibi, ulusal çıkar kavramı, her Filistinli örgütün kendi bakış açısıyla uyum arz edecek şekilde tamamen ben merkezci bir kavrama dönüştürüldü.  

Osla Anlaşması ve Güvenlik İşbirliği

Güvenlik işbirliği –ki bu İsrail’e bedava hizmetçilik yapmanın daha kibar ifadesidir- Filistinlilerin İsraillilerle yaptıkları anlaşmaların özünü oluşturmaktadır. Oslo Anlaşması taraflar arasında güvenlik işbirliğini öngördü, Taba Anlaşması ise meseleyi daha detaylı bir şekilde ele alarak, “terör”le mücadeleyi Filistinlilerin görevi haline getirirken İsrail için çalışanların hesaba çekilmemesini ya da onların cezalandırılmamasını getirdi. Bir başka ifadeyle Filistinli biri İsrail’e karşı direnen başka bir Filistinlinin karşısında durabilir. Filistin yönetimi, bazı casusları tutuklamış olabilir, ancak görünen o ki, bu icraat biraz el gördülük bir icraattı ve amacı da insanların Filistin yönetiminin İsrail hesabına çalışan casusları yakaladığını düşünmelerini sağlamaktı.

İsrail, Araplarla yaptığı bütün anlaşmalarında güvenlik konusunu oldukça önemsedi, ve bütün anlaşmaların direği olarak niteledi, çünkü İsrail’in güvenliği bütün herşeyin üstündeydi. İsrail, imzaladığı her anlaşmada Arap tarafının güvenlik konusunda kendisini İsrail’in güvenliğini korumakla mükellef kılmasına, ordunun ve güvenlik güçlerinin İsrail karşısındaki görevlerini yerine getirmelerine büyük önem vermiştir. Arap tarafı kendisini İsrail’in güvenliğini korumakla görevli görmüyorsa ve bunu kabule yanışmıyorsa o zaman anlaşma imzalanmıyordu.

Durum böyleydi ve İsrail’in Mısır, Ürdün, Lübnan’la imzaladığı 17 Temmuz Anlaşması da buna uyuyordu. İsrail daima bize Sina’daki Mısır güvenlik güçlerinin kendilerinden istenen güvenlikle ilgili görevleri yerine getirdiklerini hatırlatmaya önem veriyordu, Ürdün ordusu da aynı şeyi yapıyordu..  

Arap tarafının ve tabii ki Filistin tarafının da güvenlik bakımından üzerine düşeni yapması gerekiyordu, ama öte yandan Filistinliler ya da Araplar istedikleri gibi bu durumu gözlerden saklamaya çalışsınlar ya da kelimelerle süsleyerek durumu gizlemeye ya da manipüle etmeye çalışsınlar bu hiç önemli değildi, İsrail onlara bu hakkı veriyordu. Şayet güvenlik kriterlerinde bir zaaf meydana gelirse cezalandırılırdı.

 Araafat döneminde Filistinliler, İsraillilere göre bazı kusurlar işlediler, İsraillilerle onu destekleyen diğer ülkeler, finans musluğunu anında kesti ve maaşların ödenmesine engel oldu, güvenlik konusunda İsrail’le işbirliğini reddeden Hamas’ın seçimleri kazanmasından sonra olan tam olarak buydu. Filistin yönetimi de bundan vazgeçerse olacak olan da buydu, aynı şey onun da başına gelecekti.

Güvenlik işbirliğinin önceliği

Filistin ulusal birliğinin gerçekleşmesi mümkün mü? Ya da en azından güvenlik işbirliği konsepti varlığını sürdürürken el Fetih’le Hamas arasında bir barıştan söz edilebilir mi? Evet, Hamas, İsrail’i tanımayı kabul ederse silah bırakırsa ve direnişe karşı direnmeye karar verirse olabilir. Anca Hamas’ın bunu yapması üzerindeki İslam elbisesini çıkarmadan ya da İslami ilkelerini bütünüyle bir kenara bırakmadan ve Filistin halkına verdiği sözleri inkar etmeden mümkün görünmemektedir. Benim tahminim bunun olmayacağı yönündedir. 

Diğer bir taraftan ise Filistin yönetiminin İsrail’le güvenlik işbirliğinden vazgeçmesi, Filistin milli misakının yeniden hayate geçmesini sağlaması mümkün müdür? Eğer Filistin yönetimi, bunu yaparsa, onun bir aşamadan tam aksi yöndeki diğerine geçebilmesi için çok radikal adımlar atması gerekir.

Filistin yönetiminin, o takdirde yeni finans kaynakları bulması ve yeni bölgesel ittifaklar kurması, Filistin halkının sorunlarını halletmek için ABD’nin arkasında koşmaktan vazgeçmesi icap eder. Ancak bu da mümkün değildir, zira yönetim kendisini yapısal olarak İsrail’e ve Batılı ülkelere bağlamış olup  yabancı odaklara göbekten bağlı bir güruh oluşmuş olduğundan, yerleri ve durumları tamamen bu güçlerle sıkı sıkıya bağlılık göstermektedir. 

Güvenlik işbirliği sürdüğü müddetçe, ve Filistinliler kendi Filistinli kardeşlerini sırf İsrailli düşmanlarını razı etmek için hapse atmayı göze alıyorsa, Filistinliler arasında sulhun sağlanması çok uzak bir perspektiftir, hatta İsrail’le yapılacak olan güvenlik anlaşmasının kuyruğuna takılmakla yakından alakalıdır. Barışın akibetini bilmek isteyen kişi, güvenlik işbirliğini yakından gözetlemelidir.

Konunun takipçileri, Filistin yönetiminin İsrail’in yerleşim birimlerini inşaya devam etmesine bir tepki olarak güvenlik işbirliğine son vermediğini sadece açık görüşmelerin bitirildiğini bilir. Bunun nedeni şudur, görüşmelerin durması kırmızı çizginin aşıldığı anlamına gelmiyor, ama güvenlik işbirliğinin durması, yönetimin cezalandırılması anlamına gelir. İsrail, görüşmelere değil güvenlik işbirliğine ihtiyaç duymakta.

Filistinli Örgütlerin medyatik arzuları

İki büyük Filistinli örgüt, Filistin milli birliğinin sağlanması için barış konusunda çok güzel şiirler okuyorlar ancak geçmişte yaptıklarından fazlasını yapmaya yanaşmıyorlar. Mesuliyet sahibi hiç bir grup gerçekleri olduğu gibi söylemez, halkın şaşkın vaziyetini devam ettirse bile güzel sözler söylemeyi tercih eder. Son tahlilde galip gelecek olan hizipsel ve grupsal çıkarlardır. Sadece İsmail Heniyye, Hamas’ın kuruluşunun yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada cesaret gösterip gerçekleri olduğu gibi söyleyebilmiştir.

Absdüssettar Kasım: Filistinli akademisyen, düşünür

 Bu makaleyi el Cezire’den Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu