Türkiye'de İsrail Başbakanı Perez'in ne Abbas'la birlikte sempatik pozlar vererek çektirdiği resimler ne de "nüfuz casusluğu"nu hatırlatan tarzda medyada çıkan yazılar bazı gerçeklerin üstünü kapatmaya yetmiyor. Ne güzel görüntü değil mi. Türkiye İsrail'le Abbas'ı (Filistin'i değil) barıştırmış (zaten küs değillerdi) böylece bölgesel güç olduğumuzu kanıtlamış olduk. Bu arada Abbas'a verilen desteğin Hamas'a Türkiye'den vurulmuş bir darbe anlamına geldiği ( nitekim Abbas Filistin'e döner dönmez hızını alamayarak Hamas'a karşı darbe çağrısında bulundu) ise hiç gündeme gelmedi. Daha önce Gazze'ye kurulan sanayi bölgesi Batı Şeria'ya, seçimle iktidar olan Hamas yönetimine vaat edilen 1 milyon dolarlık yardımın Abbas'a verildiğini ise kimse fark etmedi.

Her İsrail ziyaretinde belli kalemlerin döşendiği övgü yazıları da işin sosu gibiydi. Türkiye'nin İsrail'e ne kadar ihtiyacı olduğu (İsrail'in Türkiye'siz bölgede nefes alamayacağı gerçeği ancak bu kadar çarpıtılabilir) ülkemize lütfettiği dostluğun gerici Araplara karşı Türkiye'nin modern batılı yüzünü pekiştireceği türden yorumların yer aldığı, okuyucusunu ahmak yerine koyan bir medya dili ancak nüfuz casusluğu ile tanımlanabilirdi.

Ortadoğu'nun, İran'ın nükleer tehdit olmaya doğru adım attığı, dünya barışını tehdit ettiği yönünde Amerikan baskısıyla yeni bir savaşın eşiğine geldiği daha doğrusu Irak'tan sonra yeni bir insanlık dramının sahnelenmesi için hepimizin figüran yapılmak istendiği bir ortamda ne türden tehditlerin örtbas edildiğini hatırlatmakta yarar var. Önümüzdeki dönemde bölgeyi altüst edecek tek sorunun İran'ın nükleer enerji elde etme çabalarının bir Amerikan saldırısına sebebiyet verip vermeyeceğidir. İster istemez bizde de dikkatler bu yöne odaklanmış bulunuyor. Oysa yıllardır Amerika'nın yegane stratejik müttefiki olan İsrail'in nükleer silah sahibi olduğunu kimse hatırlamak istemiyor. Üstelik yavuz hırsız misali, İran'ın barışı tehdit eden bu çalışmalarını engellemek için İsrail'in saldırı düzenlemesi nedense kazanılmış meşru bir hak gibi algılanmaya başladı.

İsrail'in bölgede tek nükleer güç olduğu, özellikle Yahudi bir teknisyen Mordehay Vanunu'nun 1986'da Sunday Times'a nükleer tesislerin resimlerini vermesiyle aşikar hale gelmişti. Ne var ki, İsrail'in nükleer çalışmaları o tarihten çok öncelere gidiyor. The Guardian'da (George Monbiof, 20 Kasım 2007) çıkan bir yazıda açıkca dile getirildiği gibi, İsrail'in nükleer faaliyetleri 1968'lerden öncesine dayanıyor ve Amerika o zamandan beri buna ses çıkarmıyordu. Yani, Şah yönetimi altındaki İran'ın İsrail'le sıkı işbirliği yaptığı, Ahnedinejad'ın "İsrail'i ortadan kaldıracağız" türü söylemlerinin gündemde olmadığı dönemlerde… Tüm bölgeyi tehdit eden bir nükleer silah elinde olduğu ve hâlâ Filistin'in, Suriye'nin topraklarını işgal altında tuttuğu halde potansiyel tehlike söylemi ile çevresini tehdit edebiliyor. Şu haliyle sınırları belli olmayan, işgalin nereye kadar uzanacağı ve ne zaman sona ereceği belli olmayan bir güç olarak İsrail'in fiili bir tehlike olduğu gerçeğini gözardı etmeye yetmiyor "potansiyel tehlike" söylemleri. Hele Kudüs gibi bir yarayı yok sayarak nüfuz casuslarının İsrail efsanelerine methiye düzmeleri gerçeği yok etmiyor.

İsrail'in en ölümcül silahı elindeki nükleer bombalarsa bunu politik kazanca dönüştüren güç ise siyonizmdir. Ankara'da Abbas'la yan yana barış gülücükleri dağıtan Perez'in (bazılarına göre bilge siyasetçi) henüz Tel Aviv'e döner dönmez, dışişleri bakanının yaptığı açıklama, barıştan ne anlamamız gerektiği hakkında yeterince açıklayıcı. "İsrail bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına onay verebilir ancak; tüm Arapların bu devlete gönderilmesi şartıyla." İsrail dışişleri bakanının yaptığı açıklamaya göre; "İsrail dünyadaki tüm Yahudilerin anayurdudur ve sadece Yahudiler içindir." Modern siyaset bi-liminin ulus devleti keşfetmesinin üzerinden bunca zaman sonra laik Batı'nın bir din devletini kendi elleriyle inşa edişinin fotoğrafı değil de nedir.

Siyonizm ne kadar farklı evrimlerden geçerse geçsin sonuçta dini esas alan ırkçı bir rejim. Ve İsrail varlığını, işgalciliğini bu ideolojinin referanslarıyla meşrulaştırıyor.

İsrail'in elinde meşrulaştırıcı ve tehdit edici iki silah var: Biri siyonizm diğeri nükleer bombalar. Her ikisi de uluslararası hukuk va anlaşmalara göre suç. Siyonizm, Birleşmiş Milletler tarafından ırkçı bir ideoloji olarak kabul edilmiştir. Elindeki nükleer silahlar her türlü nükleer anlaşmaya aykırı ve denetim dışı.

Tehdit ve meşruiyet böyle sağlanıyor demek ki. Uluslararası hukuk denilen şey de adaletten çok gücün belirlediği bir yaptırım değil mi zaten.


Kaynak: Yeni Şafak