İsrail, Arap Baharı'nın anlam ve tehlikelerini hesap ederek sekiz ay kadar endişe içinde geri planda kaldıktan sonra salı günü aniden harekete geçti. Beklenmedik bir hareketle İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, basın toplantısı için Arap medyasını çağırdı ve İsrail'in Şam'da rejim değişikliğini desteklediğini duyurdu.

İsrail şimdiye kadar kendisini Arap Baharı'yla ilişkilendirmeme konusunda özel bir dikkat sarf etmişti. O, siperlerindeki devrimcileri teşvik etmekten daha çok rejim değişikliğinin sonuçları üzerinde yoğunlaşmayı tercih ediyordu. İsrail'in, Suriye konusunda da Devlet Başkanı Beşşar Esad rejimine gizlice destek verdiğinden, onu Müslüman Kardeşler'in iktidarı ele geçirme seliyle İsrail arasında bir set olarak gördüğünden şüpheleniliyordu.

Peres salı günü bu stratejik belirsizliği bir çırpıda yok etti. Peres, "Esad gitmeli. Ne kadar önce iktidardan ayrılırsa halkı için o kadar iyi olur" dedi. İsrail Cumhurbaşkanı, "[Suriyeliler için] Dışarı çıkmak ve gösteri yapmak kolay. Ama ya [Suriye ordusu] ateş ederken? İşte bu şaşırtıcıdır. Onların cesareti ve sıkı duruşları onurlu bir davranıştır" diyerek de Suriyeli protestocuları selamladı.

Peres Şam'da rejim değişikliğinin Arap-İsrail barışının da menfaatine olacağında ısrar etti. O, Şam'da kurulacak yeni rejimin İsrail'le barış anlaşması yapacağından emin olduğunu da belirtti: "Barış arayanlar kazanacak."

Bu, çığır açan bir performanstır. İsrail niçin Suriye konusunda belirsizlik stratejisinden vazgeçmeyi seçti? Neticede İsrail, Arap dünyasında bir yerde rejim değişikliği olmasının bugünün şartlarında kendi çıkarlarına aykırı olacağını çok iyi biliyor. Mısır da bunun tipik bir örneğidir. Burada geçici yöneticiler iktidarı seçilmiş bir hükümete devrettikleri zaman hükümet, ülkeyi ABD ve İsrail'den uzaklaştıracak bir dış politikaya yönelik olarak halktaki kuvvetli arzuya boyun eğecektir.

Mısırlıların büyük çoğunluğu, hükümetlerinin ekonomi ve güvenlik konularında İsrail'le olan her türlü yakın iş birliğinden vazgeçmelerini talep edeceklerdir. İsrail, Mısır'la İran arasında yakınlaşma ihtimalini de endişeyle takip ediyor. İsrail askeri istihbarat şefi Tümgeneral Aviv Koçavi, geçenlerde İran'ın Mısır'daki Müslüman Kardeşler'e gizlice para yardımı yaptığına dair şaşırtıcı bir açıklamada bulundu. Kısacası İsrail’in, Suriye'de rejim değişikliğinin sonuçlarına karşı iyimser olması mümkün değildir.

Görünüşe bakılırsa Peres'in başka hesapları var. Anlaşılıyor ki İsrail, Suriye'de rejim değişikliğinin söz konusu olmadığına dair soğukkanlı bir değerlendirme yaptı. Tanınmış yazar ve Arap dil ve edebiyatı uzmanı Patrick Seal, geçen hafta durumu şu şekilde özetledi: "Durum kritik safhaya henüz ulaşmadı. Henüz Şam ayaklanmadı, güvenlik kuvvetleri bölünmedi, ekonomi çökmedi. Rejim güçsüz görünüyor ama muhalefet daha da güçsüz görünüyor. Daha fazla kan döküldükçe çözüm bulmak da daha zor hale geliyor. Meseleye görüşmeler yoluyla bir çözüm bulunması gerekiyor. Çözüm olmazsa iç savaş olur.”

Aynı şekilde, Libya'daki gibi ortak bir uluslararası eyleme dair herhangi bir işaret olmaması da İsrail'in ümitsizliğe kapılmasına yol açıyor. Libya'daki savaşta Muammer Kaddafi'den aldıkları yaralar ve aşağılamalar, yakın bir zamanda Suriye'de de cephe açılmasının ne kadar akıllıca olacağına dair Batılı güçleri daha ihtiyatlı yapıyor.

BRICS ülkelerinin - Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika- yanı sıra Lübnan, Batı'nın Suriye konusunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde tartışma teşebbüsünü bile engelledi. Arap Birliği genel sekreteri Nebil Elarabi'nin son Şam ziyareti de bölgede rüzgarın Esad'dan yana döndüğünü gösterdi.

Türkiye İsrail’i yine tersledi

Son zamanlara kadar İsrail, Türkiye'yle can çekişmekte olan güvenlik bağlarını canlandırma ve Suriye'yi kuzeyden ve güneyden birlikte kıskaca alma ümitlerini koruyordu. Her iki ülkeden diplomatlar, geçen sene İstanbul'dan hareket ederek Gazze'ye gidecek yardım konvoyunda dokuz Türk vatandaşının öldüğü İsrail saldırısının acı mirasını atlatmak için sıkı bir şekilde çalışırken İsrail-Türkiye ilişkilerinin normalleşeceğine dair her şey son haftalara kadar çok iyi gidiyordu.

Bununla beraber, Ankara'nın İsrail'in resmen özür dilemesindeki ısrarına inatla bağlı olduğu belli oldu. Bunun da İsrail ordusu aleyhine dava açmakla aynı manaya geldiği için gerçekleşmesi beklenmiyor. Türkler şimdi İsrail'i kendilerinin cezalandıracağı tehdidinde bulunuyorlar.

Üst düzey bir Türk yetkili, Agence France-Presse haber ajansına "Top artık İsrail tarafında. Özür dilemeye karar verirse her şey güzel olur. Özür dilemezse biz de B Planı'na başvururuz" dedi. Yetkili, Türkiye'nin yardım konvoyuna saldırı gerçekleştiren İsrail komandolarına karşı hukuki işlem başlatacak adımlar üzerinde kafa yorduğunu ve "diplomatik temsil seviyesini daha da düşürebileceği ve İsrail Ankara'ya yeni bir elçi atamak istediği zaman anlaşma yapmayabileceği"ni de ilave etti.   

Türk Dışişleri Bakanlığı da İsrail'in Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri kurma konusundaki son adımını eleştiren bir açıklama yayımladı.

Daha önce de Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ın da katıldığı Filistinli büyükelçiler konferansında yaptığı konuşmada, "Öldürülen dokuz Türk vatandaşı için resmi bir özür almadıkça, kurbanların ailelerine tazminat verilmedikçe ve Gazze’ye abluka kalkmadıkça ülkelerimiz [Türkiye ve İsrail] arasındaki ilişkiler normalleşmeyecek” dedi. Erdoğan, ayrıca Gazze’yi ziyaret etme tehdidinde bulundu.

Ankara bunların aşağılayıcı talepler olduğunu biliyor. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu pragmatizm ya da realpolitik ruhuyla bunu düşünmek istese de İsrail kamuoyu buna izin vermez. Türklerin, İsrail’in kopmuş bağları tamir etmesini kasıtlı olarak zorlaştırdığını sezmek de mümkün. Türklerin, mevcut durumda İsrail’le Amerikalıların teşvik ettiği “normalleşme”ye dair şevklerini aniden kaybettikleri görülüyor.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 10 gün önce Türkiye’yi ziyaret etti ve ülkenin Orta Doğu’nun lideri olacağına dair gönül okşayıcı açıklamalar yaptı. ABD’de Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın yeni başkanı David Petraeus da Afganistan’daki komutanlıktan ayrılırken İstanbul’u ilk uğrak yeri yaptı. Tüm bunlarla Türkiye, Suriye’de ortak müdahale için köprü başı bir ülke olarak, harekete geçme konusunda pek de ümit verici olmayan durumu ortadan kaldırabilecek görünüyor.

Lakin Ankara, Şam’da rejim değişikliğinin kışkırtıcısı olmanın avantajlarını dikkatle tarttı. Öyle görünüyor ki, Washington’un taahhüt ettiği jeopolitik avantajlar her ne olursa olsun, kendi toprak bütünlüğünün tehlikeye girmesinin çok daha ağır basacağı kararına vardı. Basitçe ifade etmek gerekirse, hemen İsrail’in elini sıkarken görülmek Türkiye’ye uymuyor. Bundan dolayı İsrail’in, Suriye konusunda Türkiye’yle yeniden eksen oluşturarak bölgedeki tecridi kırma ümitleri boşa çıkıyor.

Ankara için meselenin kilit noktası, Suriye’deki gelişmelerin tam kapsamlı, hiçbir kısıtlama olmayan, 1980’lerdeki Lübnan benzeri dini savaşlara dönüşme tehlikesidir. Bu, Türkiye’nin arka bahçesinde meydana gelecek korkunç bir şey olur.

Türkiye sınırı yakınındaki Humus şehrinde Selefi müfritler tarafından Alevi bir aşirete mensup üç ailenin vahşi bir şekilde öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri, Ankara'nın da son aylarda desteklediği Suriye'deki demokrasi hareketinin rayından çıkma tehlikesinin vahim sonuçlarını doğruluyor.

Bölgede Şiiler ve Aleviler arasında Selefilere karşı öfke hızla yayılıyor. Tepki, gizli kalmış dini ve mezhebi tutkuları alevlendiriyor. Ankara da çoğu El Kaide uzantısı olan ve Irak'taki savaşta kaşarlanan Selefi müfritlerin gösterilere sızdığını sezmiş olabilir.

Suriye'de Lübnan benzeri bir iç savaş patlak verirse Türkiye'nin de alev alması sadece bir zaman meselesi olur. Türkiye'deki Şii ve Aleviler (nüfusun yüzde 20'sini teşkil ediyorlar) de insiyaki olarak kendilerini Suriye'deki girdaba kaptırırlar. Türk toplumunda Alevi-Selefi gerilimi yüzeyin hemen altında pusuya yatmış vaziyettedir.

Türkiye'deki Alevi gruplar, Alevi-Bektaşi Vakfı diye şemsiye bir örgüt kurdular. Vakıf, Fethullah Gülen cemaatiyle ilişkili Selefi unsurların "Eşitsizlik ve ayrımcılık temelinde Alevileri hedef alan hak ihlalleri" ve "nefret suçları" işledikleri iddiaları hakkında dünya kamuoyunu duyarlı hale getirmek üzere düzenli olarak raporlar yayımlıyor.

"Cemaatin Hedefi Olarak Aleviler" başlıklı son Alevi raporu, Türkiye'de Gülen cemaatindeki Selefilerin, "Alevilerin adalet ve askeriyeyi ele geçirdikleri; Türkiye'de mezhepçi sekülarizm olduğu, Alevi seçkinlerin Sünni kalabalıkları yönetmesine izin verildiği" şeklinde "Alevilere karşı kara propaganda" yaptıklarını detaylı bir şekilde anlatıyor.

Kürt tepkisi

Ama Türkiye'nin asıl korunması gereken şey, işaretleri zaten görünmeye başlayan, kesine yakın Kürt tepkisidir. Türkiye'nin Suriyeli muhalefete desteği, Kürtlerle Şam arasında zaten biraz yakınlaşma sağladı.

Köşeye sıkışmanın baskısıyla Şam, Türkiye'nin müdahalesine karşı, ülkenin kuzeydoğusundaki, bilhassa da uzun dönemde kaçınılmaz olarak Ankara için ciddi baş ağrısı olarak duran Kamışlı'daki Kürtlere Suriye vatandaşlığı vererek mukabele edebilir.

Açıkçası, Kürt partiler kuzey Suriye'de Selefilerden uzak duruyorlar ve Suriye'deki rejimle iş yapmaya gönüllü olduklarını gösteriyorlar. Durum daha da kötüleşirse Şam'ın Selefilere karşı Kürt grupları silahlandırmaktan başka seçeneğinin kalmayacağı konuşuluyor.

Kısacası Ankara'nın, Suriye rejimini geri dönüşü olmayan bir noktaya sevk etmemek için ince bir buz tabakası üzerindeymişçesine ihtiyatlı olması gerekiyor. Yalın gerçek şudur ki, Kürtler değişmez bir şekilde, Ankara'nın benimsediği yaklaşıma muhalif bir duruş takınacaklar. Türkiye'de Kürdistan İşçi Partisi'nin lideri Abdullah Öcalan, uzun yıllar Suriye'de sürgünde yaşamıştı.

Suriye'deki Türk müdahalesi, tanınmış Kürt liderler Celal Talabani (Irak'ın cumhurbaşkanı) ve Mesud Barzani'nin (Kürdistan bölgesi başkanı) Şam'a destek veren açıklamalar yapmalarına yol açtı. (Keza, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki de Suriye'ye 150 bin varil petrol tedarik edilmesini öngören anlaşma imzalayarak Suriye rejimiyle dayanışma içinde olduğunu gösterdi.

Yine, Türkiye'nin 1998'deki "zorlayıcı diplomasi"si tarihi bir zaferdi. Ankara, Suriye sınırına asker yığdı ve saldırıda bulunma tehdidinde bulundu, gözdağı vererek Şam'ın Türkiye sınırındaki bölgeyi "askerden arındırmayı" ve Öcalan'ı sınır dışı etmeyi harfi harfine kabul etmesini sağlamayı başardı.

Şimdi, Türkiye'nin mevcut durumdaki müdahalesine karşı Şam, 13 sene aradan sonra özel kuvvetlerini Türkiye sınırındaki bölgeye sevk etti.

Üstüne üstlük Şam, sınıra sevk etmek için ordunun 15. Tümen'ini seçti. Bu tümen genelde Sünnilerden oluşuyor ve Sünni Suriyeli subayların komutanlığındadır. Bu da Ankara'nın, Suriye ordusundaki Sünni subayların rejimden firar etmek üzere olduklarına dair asılsız faraziyesini boşa çıkarıyor.

Genel olarak İsrail, Türklerin Suriye'nin mesajını almaya başladıklarını ve susturmaya hazırlandıklarını doğru değerlendirdi.

Ankara Suriye karşıtı retoriği azaltıyor ve zor komşularla "sıfır problem" politikasını da kademeli olarak canlandırmaya çalışıyor.

Ankara'nın İran'la yakınlaşma politikalarını canlandırmaya mecbur kalması ve 14 temmuzda Türkiye'nin doğusundaki Diyarbakır'da 13 Türk askerinin öldürülmesi sonrasında kuzey Irak'ta Kürt gerillalara karşı ortak askeri saldırı başlatması da ironiktir.

İran ordusu, ustaca bir hareket ve kusursuz bir zamanlamayla 16 temmuzda, kuzey Irak'ta Kandil dağlarındaki Kürt isyancılara karşı operasyonlara başladı. Paralel bir hareketle Türk ordusu da ülkenin doğusundaki Hakkari sınırından Irak topraklarında operasyona başladı.

Ankara pembe bir tablo çiziyor ve İran ve Türk operasyonlarının koordinasyon içinde yapılmadığını iddia ediyor. Resmiyette böyle olabilir. Tahran da Türkiye'nin iddiasına itiraz etmiyor. Ama İsrailliler zekidirler ve neler olup bittiğini mükemmel bir şekilde seziyorlar: Suriye, Irak ve İran'ın ortak çıkarları varken birileri Türkiye'nin halen bitmemiş Kürt meselesiyle dolu hafızasını kendi öncelikleri için dürtüyor.

Belli ki İsrail, Suudi Arabistan'ın Tahran'la ilişkileri kesmesi için Esad'a karşı büyük baskısına rağmen Suriye-İran ekseninin halen çok sağlam olduğuna; Suriye'deki rejimin Türkiye, Suudi Arabistan, Fransa ve ABD'nin ortak baskılarına rağmen hiçbir şekilde çöküşün eşiğinde olmadığına ve tüm Basra Körfezi'ndeki Arap ülkeleri arasında her zaman kavrayışı en çabuk olan Katar’ın Suriye'de Arap Baharı'nın zor, Libya'dakinden çok daha zor bir talep olmasını beklediğine ve

Doha’nın, saçma bir şekilde hafif sıkletinin çok üzerinde yumruk atmaya heveslenmemesi gerektiğine hükmetti.

Yeri gelmişken belirtelim, Katar, Suriye başşehrinde Amerikan ve Fransız büyükelçilikleriyle El Cezire ofisine saldırılardan sonra Şam’daki büyükelçiliğini kapattı ve diplomatlarını geri çekti. En önemlisi de İsrail, Türkiye’nin yavaş yavaş Suriye’de müdahale yolundan geri adım atmaya başladığını tahmin ediyor.

Bir bütün olarak ele alındığında, İsrail’i sık sık yoklayan kâbus, Suriye’deki karışıklıklar hafifleyince uluslararası toplumun dikkatinin kaçınılmaz bir şekilde Filistin konusuna çevrilecek olmasıdır. Abbas, New York’ta eylül ayında yapılacak genel kurul oturumunda Filistin’in BM’de tanınmasına çalışacağına dair niyetini yineliyor.

Peres'in heyecan uyandıran çağrısı Suriye’deki yangını körükleyecek zekice bir teşebbüstür. Altın üçgende Lübnan benzeri bir iç savaş patlak verse ve Araplar, Kürtler ve Türkler birbirlerini katletseler İsrail’in umurunda olmaz.

Geçtiğimiz aralık ayında Arap Baharı’nın Mağrip’te belirdiği ve Tunus’ta bir sokak satıcısının hayatına mal olduğu andan bu yana kimse gün gelip İsrail’in Levant’ta Arap Baharı’nın bayraktarlığını yapacağını öngöremezdi. Orta Doğu’da sürprizler hiç bitmez.

Kaynak: Asia Times

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas