Dışa bağımlılık denilen modern sömürgeciliğin bağımsız bir ülkeyi ne hale getirebileceği, (maalesef) en iyi Pakistan'daki son siyasi krize bakarak anlaşılabilir. Her şeyin sorumlusu olarak dış mihrakları gösterip kendi sorumluluklarını unut/tur/manın kolaycılık olduğunu bir kez daha not ederek Pakistan'da yaşananları ibret-i alem için başta bizim siyasilerimiz iyi izlemeli.
1999'da darbeyle işbaşına gelen (zaten askeri müdahalenin olmadığı dönem cok az) Müşerref, arkasına aldığı Amerikan desteği ile duruma hakim gibi görünüyordu. Ancak 11 Eylül sonrası gelişmeler Afganistan kadar Pakistan'ı da etkiledi. ABD'nin siyasi desteği karşılığında terörle mücadele adına kendi halkıyla karşı karşıya geldi. Amerika, "küresel terörle savaş" stratejisini dayatarak Müşerref'i "ya benimle olursun ya berhava olursun" seçimiyle karşı karşıya bıraktı. Bu, Afganistan'daki ABD ve NATO işgaline destek vermekten başka, kendi topraklarında kendi halkına karşı asker kullanması anlamına geliyordu. Kuruluşundan beri merkezi yönetimlerle ilişkisi özel statüyle belirlenen kuzey sınırındaki eyaletlerle (aşiret yapılanmasının eğemen olduğu bu bölgelerde güvenlik de büyük ölçüde yerel silahlı aşiret elemanlarınca saglanır) Taliban uzantılarını temizlemek adına askeri güç kullanarak adeta savaşa girdi. Aşiretlere karşı adeta savaş ilan ederken, çatışmalarda yüzlerce asker rehin alındı. Askeri anlamda da tam bir acz içine düşen Müşerref'e Amerika, bu bölgelerde doğrudan kendisi operasyon yapmak için baskısını arttırdı.
ABD'nin Afganistan işgaline karşı Pakistan halkında biriken öfke, Müşerref'in ABD adına kendi halkına güç kullanmaya başlaması, askeri yönetimi iyice çıkmaza soktu. Sadece halk desteğini yitirmekle kalmadı, öfkesi iyice artan kitleler sokağa taştı.
Amerika'nın siyasi desteği karşılığında halkı karşısına almak durumunda kalan Müşerref'in bu noktaya gelmesi sadece askeri nedenlerle açıklanamaz. Geniş kitleleri karşısına almak pahasına toplumsal anlamda son derece yaygın olan medreseleri, geleneksel dini kurumları kapatmaya başladı. "Ilımlı İslam" projesine uygun olarak dini eğitime müdahalesi toplumsal tabanı temsil eden Diyobendi, Brelvi gibi ekoller ve bunların siyasetteki temsilcileri olan partileri karşısına aldı. Devletin aynı talepler doğrultusunda dinin yorumuna ilişkin müdahalelerde bulunmaya kalkması, sadece iktidarın konumunu tehdidle kalmadı, farklı etnik gruplardan oluşan Pakistan'ı adeta parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya getirdi. Çünkü modern ulus devlet olarak ortaya çıkmasına rağmen, İslam, bu ülkeyi oluşturan halkları birleştiren temel unsur.
Amerika adına adeta toplum mühendisliğine soyunan Müşerref, din gibi hassas konuda, üstelik geleneksel dini kurumların son derece yaygın ve köklü olduğu ülkede meşruiyetini de kaybetti.
Tam bu aşamada hemen hemen her grubun farklı gerekçelerle de olsa birleştiği toplumsal muhalefet oluştu. Adeta yeni bir "panayır devrimi"ni çağrıştıran gösteriler dikkat çekmeye başladı. Hem askeri ham siyasi olarak Amerika ile halk arasında kalan Müşerref için ara çözüm yine Sam Amca'dan geldi. Madem kitlesel muhalefet oluştu, o halde kitle desteğini arkasına alan bir oluşuma ihtiyaç vardı. Bu kitlesel desteğe sahip iktidarın aynı zamanda askeri olarak "terörle mücadele"ye devam etmesi gerekirdi.
Formül basit ama akıllıca gibi görünüyordu: Washington'un baskısı sonucunda serveti milyar dolarla ifade edilen yolsuzluk suçlamaları nedeniyle ülkeye giremeyen Benazir Butto'yla bir ittifak yapıldı. Halk desteğini yanına alan demokrat görünümlü, batı yanlısı, Pakistan şartlarında son derce laik ve "fundamantalist İslam"a karşı Benazir'in başbakan, Müşerref'in de devlet başkanı olduğu siyasi formül geliştirildi. Böylece Müşerref yumuşak geçişle kendine karşı yapılabilecek muhtemel darbe –ki bu hayatına malolabilirdi– önlenirken, ABD desteği ile sivil iktidara geçmiş olacaktı.
Son anda aldığı kararla adeta karşı darbe yaptı. Muhtemelen üniformayı çıkardığı anda devlet başkanlığını da yitireceği bir darbe girişimine karşı son anda bir hamle yaptı. Benazir dün yaptığı açıklamada, Müşerrefle yeni durumu görüşeceği zirveyi iptal ettiği gibi, halkı sokaklara dökülmeye çağırdı.
Böylesi durumlarda "dış destek mi halk desteği mi?" ikilemiyle, yeterli gücü olmayan ülkelerin tümü karşı karşıya gelir. Pakistan gibi konumu gereği stratejik öneme sahip ama siyasetin dış müdahalelerle sürekli mıncıklandığı ülkelerin istikrara kavuşması zor.
Oysa bunca fakirlik ve siyasi istikrarsızlığa rağmen bunca farklı etnik grubu biraraya getirebilen, üstelik bunu dini temeli esas alarak gerçekleştiren bir ülke Pakistan. Sorun, Amerika'nın öncelikleri mi yoksa ülkenin öncelikleri mi, olduğuna nasıl bir cevap vererek siyaset yaptığınızda yatıyor.
Aynı ikilemi başka boyutta Türkiye de yaşamıyor mu?
Kaynak: Yeni Şafak