Hasan Bülent Kahraman, Sabah gazetesindeki köşesinde İslâm ve estetik üzerine birkaç yazı yazdı; bazı dostlarımız da ona cevap yetiştirmeye çalıştılar.
Köşeden köşeye selâmlaşmayı ve tartışmayı seven biri değilim; bu yazıyı da ne cevap yetiştirmek, ne tartışmak amacıyla yazıyorum. Öteden beri bu konularda yazıp çizdiğim için okuyucularımdan baskı gördüm diyebilirim.

Beni rahatsız eden, Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin gibi adlar taşıyan, bu ülkede doğup büyümüş, bu kültürün havasını solumuş bazı aydınların olup bitenlerde hiç sorumlulukları yokmuş gibi, kendilerini dışarıda tutarak eleştirilerde bulunmaları, akıl vermeleri, yol göstermeleridir. İslâm bu coğrafyanın bin küsur yıllık realitesi ise, artık dokularına işlemiştir; dolayısıyla bir ideoloji değil, varoluşunuz, kimliğinizdir. İsteseniz de istemeseniz de, inansanız da inanmasanız da, onun bir parçasısınız ve "bunca büyük bir gelenekten gelip bunca kısır bir estetik hayata" mahkûm olunmuşsa, sorumlular arasında siz de varsınız. Ayağınızı buraya basıp dışarıdan bakan bir yabancı gibi konuşamazsınız.

Bu köşede geçen yıl "Yaratıcı Muhafazakârlık" başlıklı bir yazı yazmış, bırakın yaratıcılığı, geleneği ve estetiği yeniden üretmeyi; bizim muhafazakârlarımızın neyi, nasıl muhafaza etmeleri gerektiği konusunda bile sarih bir fikre sahip olmadıklarını iddia etmiştim. Bu kanaatimde ısrarlıyım, ama şu gerçeği de biliyorum: Bir kültür, kurumlarından mahrum bırakılmışsa, aktarım usulleri ortadan kalkmışsa, seçkinlerini yetiştiremiyorsa, içinden geldiğinizi bildiğiniz, hatta somut tezahürleriyle gözünüzün önünde duran bu kültürün dilini, sembollerini kaybetmişseniz, onu yeniden üretemezsiniz. Kendilerini bu kültürün sahibi ve muhafızı olarak görenler, aslında çok uzağına düştükleri kültürü el yordamıyla korumaya, devam ettirmeye çalışıyorlar. Mesele bundan ibaret!

Geleneğin içinden gelenler, yakın zamanlara kadar, tevarüs ettiklerini münferit olarak devam ettirmeye ve yeni kuşaklara aktarmaya çalıştılarsa da, talep olmadığı için bu geleneğin kendini yenilemesi artık imkânsızdı. Son elli yıl içinde yaşanan siyasî, sosyolojik ve kültürel gelişmelerle talep canlandı; fakat arz artık eskisi gibi mümkün değildi. Arz edilen içi boşaltılmış formlardı. Hiç kimse, mesela Sinan bugün yaşasaydı nasıl cami yapardı diye düşünmedi. Ama bu, ne talepte bulunanların, ne de arz edenlerin suçudur.

Ben, geleneği bir kültürün kendini koruma refleksi ve varlığını sürekli bir yenilenme şuuruyla devam ettirme gücü, dolayısıyla yenileşmeyi -veya kendini yeniden üretmeyi- onun tabii fonksiyonlarından biri olarak anlamaktan yanayım. Gelenek hayatiyetini koruyorsa kendini yenileyebilir; bu hayatiyeti sağlayan kurumlar yok edilip refleksleri dümura uğratılmışsa yapacak fazla bir şey yok. Ya başka bir geleneğe yamanacaksınız yahut gelenek diye içinin boşaltıldığını söylediğim formları çoğaltıp duracaksınız. Aynı zamanda bir yozlaşmaya yol açan bu süreçte başka kültürlerle ilişki de eklektik bir estetiğe yol açmaktadır, doğru. Bir kültürün başka kültürlerle alışverişe girdiğinde kimliğini koruması ve dirileşip zenginleşebilmesi için de hayatiyetini devam ettiriyor olması gerekir.

Peki, öldüğü varsayılan geleneğe yeni bir ruh üflenebilir mi? Zor, ama mümkün! Unutulmuş alfabeler çözülüyor, ölü kültürler diriltiliyor da, daha dün yaşadığınız kültürün dilini ve sembollerini niçin çözemeyesiniz? Bunun için önce kendi kültürünüzden korkmamanız, bu topraklara ayağınızı sağlam basıp onu anlamaya, dilini sökmeye ve yeniden anlamlandırmaya çalışmanız gerek. Ama dünyanın bilimde, sanatta, felsefede nereye geldiğini bilmeden, yani kendi içine kapanarak varabileceğiniz bir yer yok. Gerektiğinde dışarıdan da bakabilmelisiniz, hatta bu şarttır; ama içeridekilere akıl vermek için değil, dönüp üretime ve yeniden inşa faaliyetine katılmak için. Yani "eve dönüş"... Dönüşte evinizi beğenmeyebilirsiniz, giderken bıraktığınız ev artık ihtiyaçlarınıza cevap vermiyor olabilir. O halde onu ya -yeni ihtiyaçları da göz önüne alarak- restore eder yahut temelleri üzerine yeni bir ev inşa edersiniz! İçinde yaşayabileceğiniz yeni bir ev! Yeni bir estetik!

Hasan Bülent Kahraman, "Bu kadar toplumsallaşmış ve bu derecede hâkim hâle gelmiş bir ideolojinin bunca büyük bir gelenekten gelip bunca kısır bir estetik hayata kendisini mahkûm etmesi yazık değil mi?" diye soruyor. Benim de aklıma şöyle bir soru geldi: "Bu ülkede bu kadar büyük bir gelenekten gelmedikleri halde kısır olmayan bir estetik üretenler mi var?"

Ülkemizde sanat ve kültür adına sözü edilebilecek eserler ortaya koyanlar varsa, onların her şeye rağmen üzerinde oturduğumuz devasa kültürle herhangi bir şekilde ilişki kuranlar olduğunu söylersem, büyük bir iddiada mı bulunmuş olurum? Bu bizim ülkemiz ve bizim hayatımız; onları elbirliğiyle güzelleştirmeye mecburuz!

Kaynak: Zaman