İslamcıların rakiplerinin terennüm ettikleri yeni şarkı (burada rakip kelimesini biraz anlamı hafifletmek için kullanıyorum zira bazılarının düşmanlığı oldukça güçlü) muhalefette başarılıyken iktidarda aynı başarıyı kaydedemeyecekleri yönünde. Onlara göre, İslamcıların yaşayacakları deneyim son tahlilde ne kadar kısıtlı imkanlara sahip olduğunu gösterecek.

Bu şarkıyı dinlediğimizde akla gelen ilk soru, İslamcıların miras olarak devralacağı statükoyla ilgili, buna uygun olarak onunla karşılaştırma yapacaklar. "Gelen gideni aratır" şeklinde bir deyim vardır, bu söz bir taraftan öncekinin başarısına vurgu yaparken aynı zamanda diğerinin kendinden önce gelenle yapacağı rekabetin zorluklarına da işaret eder.

Bizim sol ve ulusalcı yönelimli Arap rejimlerinin tecrübesi de ne tecrübedir ama! O kadar büyük bir tecrübe ki İslamcıların bu tecrübeyle yarışması ya da onun seviyesine çıkması neredeyse imkansız?!!

Ancak durum şu ki, bazı çok zengin petrol gelirlerine sahip ülkeleri istisna tutarsak vatandaşlarına çok fazla şey verememiş rejimlerden bahsediyoruz. Hatta bu zengin yönetimler bile vatandaşlarına, ülkede servetin adil bir bölüşümü yapılsa, vatandaşlarına hakettiklerinden çok daha düşüğünü verdikleri ortaya çıkacaktır. Bir de işin siyasi özgürlükler boyutu var. Petrol zengini bu rejimlerin vatandaşlarına verdikleri maddi zenginliklere karşılık siyasi özgürlükler konusunda son derece cimri davrandıklarını söyleyebiliriz. Artık bu özgürlüklerin günümüzde çok lüks sayılmayadığını da ifade etmeliyiz, zira söz konusu talepler refaha erişmiş Batılı ülkelerde bile önemli bir talep olarak kabul ediliyor. Orada kimse, özgürlükler ve çoğulculukla refahı birbirinin yerine ikame edilecek şey olarak görmemekte.

Bugün Çin'de bile, yüksek büyüme hızına rağmen insanlar çoğunlukçu bir yönetim istiyor, güvenlik devleti ve onun baskıcı uygulamaları olmasa, geniş halk hareketleri rahatlıkla görülecektir. Hatta bugün Çin liderliği, Arap Baharı'nın kendisine yönelik etkilerinden en çok çekinen ülkeler arasındadır diyebiliriz.

Maddi imkanları birbirinden farklı olan diğer rejimler ise, son dönemlerde iktidarla zenginlikler ve güvenlik aygıtı arasında talihsiz bir birliktelik yaşamışlardır. Bu durum, sadece özgürlüklerin bastırılmasıyla sonuçlanmamış, bilakis, halkın önemli birbölümünü fakirleştirirken belirli bir sınıfın zengileşmesine yol açmıştır.

Bu politikaların bir kısmı, IMF ve Dünya Bankası'nın şartlarına boyun eğen ekonomik programa ve vahşi küreselleşmenin mantığına meyletmiştir, bu de İslamcıların dikkat etmesi gereken bir durumu oluşturmaktadır. Zira, insanların ezici çoğunluğunun çıkarı, bir avuç yatırımcının çıkarlarından çok daha önemlidir. (Kuran-I Kerim'de de belirtildiği gibi, sermaye, aranızdaki belirli zenginler arasında bir güç haline gelmesin)..

Bunlar İslamcıların kendisiyle rekabete gireceği büyük tecrübelerdir. Örneğin Gazze gibi kuşatmayı bütün boyutlarıyla yaşayan bir yer söz konusu olsa, karşıt yapıların bakış açısıyla buralardaki özgürlüklerin sınırlı olduğunu söyleyebilirdik. Doğal olarak, bunu yapardık zira çünkü güvenlikle ilgili değerlendirmeler bizim için önceliği oluştururdu. Ekonominin gayet makul bir düzeyde seyrettiği bir yapı söz konusuyken müdahale de sınırlı olurdu. Bu durumda Hamas'ın yolsuzluklara karışmış belirli sembol isimlerini yargılamayla yetinir, bu konuda hoşgörünün olamayacağı ilkesinden hareketle onları hapse tıkardık.

Kesinlikle örnek bu olmamalı. Bir defa Gazze hiç birşekilde bağımsız bir devlet değil, ancak İslamcıların gireceği yeni tecrübeler de aynı şekilde zor olacaktır. İslamcıları sıkıştırmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Zira iktidar sadece hükümetle ilgili olmayıp aynı zamanda ordu ve polisle de ilgilidir, Arap ülkesindeki varlıkları yoğun bir şekilde hissedilen bu iki kurum yolsuzluklara bulaşmış durumdadır. Bu nedenle iktidarı kolayca teslim etmeyeceklerdir. Bu meydan okuma, yeni İslami tecrübenin karşı karşıya kaldığı en zor deneyimlerden biri olacaktır. İlaveten insanların razı olacakları ve kabul edecekleri iyi bir tecrübe sunmak için hiçbir gayret sarfetmeyen bir takım başka kurumların meydan okuması da fazladan bir sorun kaynağı oluşturacaktır.

Halklar bunu kavrayacaklardır zira halk, Erdoğan'ın ordunun siyasal hayat üzerindeki etkileri nedeniyle rahat hareket edemediğini biliyordu. Onun, askerlerle laik seçkinler arasındaki bu korkunç ittifakın çözülmesi için çeşitli manevralar yapmak zorunda kaldığının farkındaydı. Bununla birlikte ben şahsi olarak Türkiye deneyimini, kendine has bir takım nedenlerden dolayı İslami tecrübe içerisinde görmüyorum. Belki Tunus deneyimi bir nebze de olsa Türkiye deneyimine yaklaştığı belirtilebilir, zira baskıcı laiklik her iki ülkede de etkili olmuştur.

Burada işaret edilmesi gereken bir başka husus ise, diğer alanlarda İslami hareketin gayet iyi tecrübelere sahip olduğu gibi, yolsuzlukçu rejimlerin hiçbir şekilde değerlendirmeye yanaşmadığı halk içerisindeki belirli kesimlerin tecrübelerinden yararlanmakta da bir beis görmeyecektir.

Bunlar şüphesiz önemli meydan okumalardır, İslamcılar isabet eden ya da hata eden hatta yolsuzluklara bulaşabilen insanlardır. Ancak Arap baharında bizim ifade etmeye çalıştığımız şey, ideolojik sorunları aşan bir şeydir. Mesele, kimlikleri ne olursa olsun, halkın kendisini yöneten insanları seçme ve onlardan hesap sorabilme hakkıdır. Yeni deneyimler, bu yönde bir istasyon olursa, o zaman ne olacaksa olsun. Örneğin Fas'a baktığımızda iki farklı İslami deneyim birbirleriyle rekabete girmektedir. Birincisi, fiilen iktidara hakim olan saltanat rejiminin sağladığı sınırlı bir yönetim içerisinde bunu yapmaya çalışırken, ikincisi ise halka bütün anayasal haklarını eksiksiz bir şekilde vermekten yanadır.

Mısır'da ise Mısır'da ise İslami hareketin kendi içerisinde farklılaşan çeşitli siyasi programlar öngörürken, İslami olmayan diğer parti ve hareketler de etkin bir şekilde faaliyet göstermekte, İslami projeye şiddetle muhalefet etmektedirler.

Halk hakem olsun, referans halk olduğunda istediğini seçebilir. Değişime muktedir olduğunu, gördükten sonra hangi isim altında olursa olsun kimse onu yok sayamayacaktır. Bu da İslamcıların bütünüyle kavradığı bir şeydir.

İşte böylece İslamcıların iktidara geldiklerinde demokrasiyi rafa kaldıracakları yönündeki değerlendirmenin ne kadar münasebetsiz bir yaklaşım olduğu ortaya çıkacaktır. Sudan'daki kardeşlerinin yaptığı gibi darbelere yüz vermeyecekler, köktenci bir değişim ve reform gerçekleştirmedikleri taktirde diğer rejimlerin başına gelenlerin kendilerinin de başına geleceğini tahmin edeceklerdir.

Dİğer taraftan İslamcılara karşı nefretlerini her fırsatta dile getiren, onlar ağızlarıyla kuş tutsalar, Ömer b. Abdülaziz gibi bir yönetim sergileseler, Filistin'I kurtarsalar bile bu nefretlerine devam edenlerin durumu İslamcıları rahatsız etmemelidir. Onların kale alması gerekenler, halkın çıplak kadınlar ve şarapla meşgul olduğunu zannederek onların sorunlarını bu gibi meselelere indirgeyen, emek, ekmek, demokrasi ve sosyal adalet gibi öze ilişkin meseleleri bir kenara iten aşırı laikler değil, halkın çoğunluğu olmalıdır.

El Cezire'den Faruk İbrahimoğlu tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.