Kuzey Afrika’da son derece çarpıcı ama pek de takdir edilmemiş bir dizi gelişme, diktatörlük sonrası Arap ülkelerinde iktidara acımasız ve kaçınılması mümkün olmayan İslamcı yükseliş anlatısını biraz da hırpalamıştır. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ülke başsavcısını değiştirememesi, Müslüman Kardeşlerin Mısır’da hâkimiyet tesisinin hıçkırık geçirmesi olarak değerlendirilebilir. Fakat Tunus’ta ve özellikle Libya’da yaşanan son olaylar bu ülkelerde İslamcı nüfuzun sınırları olduğunun açık işaretleridir.
Müslüman Kardeşler, birkaç hafta önce Mahmud Cibril’in başbakan olmasını iki oy farkıyla engelleyebildi. Fakat destekledikleri Mustafa Abushagur kabineyi kuramadı. Libya meclisi, Müslüman Kardeşlerin tercih ettiği Muhammed el Harari’yi sekiz oyla mağlup ederek Cibril’in müttefiki Ali Zidan’ı başbakan olarak seçti. Libya seçimlerinde Cibril’in İslamcıları ezici mağlubiyetinin gecikmiş ama açık bir hissesidir.
Zidan’ın seçilmesi, Libya İslamcıları için felâket değildir fakat kesin bir başarısızlık ve yenilgidir. Oylamadan önce, Müslüman Kardeşlerin Zidan’ı destekleyebileceğine dair haberler vardı ama oylamadaki yakın sonuçlar nihayetinde desteklemediklerini göstermektedir. Müslüman Kardeşlerin yeni kabinenin kurulmasında onunla işbirliği yapmayı büsbütün reddetmeleri aşırı derecede zordur çünkü Libya halkı, hükümetin özellikle de güvenlik konusunda ilerleme sağlamayışı karşısında sabırsız olduğunu öfkeli gösterilerle ifade etti. Daha etkili yeni bir hükümetin kurulması yönünde çok güçlü bir arzu var ki Zidan’la işbirliği yapmamanın mâliyeti hassaten bu safhada aşırı risklidir.
Tunus’ta İslamcıların yaşadığı son başarısızlık incedir ama âşikardır da. En Nahda lideri Gannuşi’nin Tunuslu selefilere hitap ettiği skandal videolarının sızdırılmasıyla başladı herşey. Gannuşi, taşkın ve kanunsuz şekilde ayaklandıkları için Tunus’ta rağbet görmeyen aşırılara ders vererek tüm İslamcıların sabırlı olması ve “kazanımları pekiştirmesi” gerektiğini zira laiklerin “geri gelebileceğini” söylüyordu. En Nahda ordu ve emniyetin kontrolünü ele geçirirken sabırlı olmayı teşvik ediyordu.
Gannuşi’nin yorumları müstesna derecede hasar açıcıydı zira En Nahda ile Selefiler arasında beyan edilmemiş, özel bir ittifak olduğunu; ulusal kurumları ele geçirmek için ideoloji güdümlü bir tezgâh çevrildiğini ima ve telkin ediyordu ki partisinin uzun vadeli niyetleri hakkındaki şüpheleri güçlendirmiştir. Ilımlı İslamcıların iki farklı söylem kullandıkları, kamuoyuna başka İslamcılara başka konuştuğu hakkındaki ithamların eline oynamıştır bunlar.
Bu skandaldan ve muhalif işçi hareketinin teklif ettiği inisiyatiflerden sonra En Nahda, Cumhuriyet Kongresi ve Ettakatol üçlüsü birdenbire yeni anayasa taslağının oluşturulmasında, seçim takviminde ve seçim komisyonunun saygın başkanının yerinde kalmasında mutabık olduklarını duyurdular.
Bu âni duyurunun, Gannuşi’nin sözlerinin, yeni anayasanın, ekonominin onarılmasının ve planlanan işçi inisiyatiflerinin gecikmesinin yol açtığını kanamayı durdurma amaçlı olduğu açıktır. En Nahda’nın İslamcı olmayan koalisyon ortaklarıyla mutabakata varmak için ciddi tavizler vermek zorunda olduğu açıktır. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinde mutabık kaldılar ki devrimden bu yana parlamenter sistemde olduğu üzere cumhurbaşkanını meclisin seçmesi gerektiğini savunuyorlardı. Cumhurbaşkanı ve meclisin yetkileri henüz belli değil fakat bu, onlar açısından bir yenilgidir.
Ayrıca En Nahda’nın aziz tuttuğu kutsala hakaret maddesi haberlere göre anayasa taslağından çıkarıldı; bu madde, bir kanuna esas teşkil edebilecekti. İlgili madde taslak anayasanın dibacesine kaydırıldı; bu sûretle, eyleme geçilecek bir yasal ağırlığı olmaksızın istek ifade eden bir cümle olarak kalacak.
En Nahda’nın İslamcı olmayan ortaklarıyla anlaşmaya varmasının bir zafer olduğu ve yeni hükümette liderlik rolünü teyid ettiği savunulabilir ancak bunun olabilmesi için kayda değer tavizler verme gerekliliği, Tunus’taki gayri-İslamcı kuvvetlerin güçlü olduklarını ve can alıcı meselelerde atlatılamayacaklarını ispatlar.
Libya ve Tunus’taki bu gelişmeler, İslamcı kuvvetlerin diktatörlük sonrası Arap toplumlarına hâkim olacaklar diye kesin bir şeyin olmadığını resmetmektedir. Nüfuzludurlar ama mağlup etme ve taviz koparma yeteneği olan diğer sosyal ve siyasi kuvvetlerle çekişmek durumundadırlar.
İşe yaramaz, anlamsız “İslamcı Baharı” anlatısı Batı ve Arap siyasi söylemindeki yerini koruyor. Ancak bakmakta olduğumuz şeyin daha karmaşık ve incelikli olduğuna dair deliller gitgide artıyor. Gerçekçi bir değerlendirme, diktatörlük sonrası döneme geçen Arap toplumlarında hem İslamcıların hem de diğer tarafların nispi güçlerini dosdoğru takdir etmelidir.
Kaynak: Now Lebanon
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı