Kısa bir süre önce Tahran'da "İslam uyanışı" isimli uluslararası bir konferans düzenlendi. Konferansa katılan uzmanlar son yıllarda Arap ülkelerinde yaşanan tarihi olayların farklı şekillerde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Bunun yanı sıra Ortadoğu halk ayaklanmalarının batılı istihbarat birimleri tarafından yapıldığına dair analizlerin de gerçekten uzak olduğuna dair görüşler de kuvvetli bir şekilde gündeme taşındı. Böylece Batı karşıtlığı ile bilinen İran'ın Mübarek, Zeynalabidin, Kaddafi gibi siyasilerin tarihin çöp kutusuna atılmasını olumlu karşıladığı da belirtilmiş oldu.
Konferans modern İslam aleminin kilit oyuncuları açısından büyük önem arz etmekteydi. Nitekim diğer ülke temsilcilerinin yanı sıra Taliban'ın önde gelen isimlerinin de konferansa katılması bu iddiamızı destekliyor.
Bu gelişme dünya kamuoyuna bazı gerçekleri gösterme açısından önem arz ediyor. Birincisi İslam uyanışı gerçekten yaşanmakta ve bu uyanış dış güçlerin katkısı ile değil İslam'ın manevi temelleri ile ortaya çıkmaktadır. İkincisi, bu uyanışı kontrol etmek için çeşitli güçler çaba sarf etmektedir. Bu güçler içerisinde Arap yarımadası monarşilerini kullanarak "konuya müdahil" olmaya çalışan batı ülkeleri de bulunuyor. İran kendisi de bölgede bağımsız oyuncu olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır.
Hiç kuşkusuz bu durum Erdoğan Türkiye'sinde kıskançlığın meydana gelmesine neden oldu. Tahran Konferansı'nın son on yılda İslam toplumu içerisinde statüsünü arttırma yolunda aktif çaba sarf eden Ankara yönetimi tarafından olumlu karşılandığı söylenemez. Türkiye'de İslam ülkelerinin çeşitli siyasilerinin konferans ve toplantılarının düzenlendiğine tanıklık etmekteyiz. Bunların arasında silahlı muhalefet ile irtibatı bulunan Kafkasya teşkilatlarının temsilcileri de bulunuyor.
Modern İslam alemi canlı ve geniş bir alanı kapsıyor. Şu anda bahsettiğimiz uyanış süreci en az yüz yıl önce başladı. Bu doğrultuda ilk adımlar Osmanlı hilafetinde genç aydınlar tarafından atıldı. Genç aydınlar, İslam'ın dünyadaki siyasi rekabet alanına katılımını sağlamaya çalıştı. Bunun yanı sıra İran'ın muhalif ve bağımsız Ayetullahları genç bilim adamlarını da yanlarına alarak İngiliz zulmüne ve Kaçarlar hanedanına –Londra yönetiminin kontrolünde bulunan– karşı çıkmıştı. Müslüman Kardeşler'in desteğiyle yapılan Nasır inkılabıyla, Pakistan'da siyasi arzuların kaynamaya başlamasıyla, İran İslam devrimi ile, İngiltere Müslüman Meclisi ile, Hartum'dan Cape Town'a kadar geniş bir coğrafyada düzenlenen sayısız konferanslar ile Müslümanlar yenilmez sanılan diktatörlerin yıkıldığı bugünleri hazırlamaktaydı. Dün hayal gibi görülen gelişmeler bugün gerçeğe dönüştü. Bu gelişmeler henüz koltuklarını kaybetmemiş diktatörleri ve onların batılı destekçilerini korkutmaktadır.
Ancak sistemli bir siyasi ideolojinin bulunmadığı da bilinen bir gerçek. Böyle bir ideolojinin bulunması durumunda halk ayaklanması doğru bir şekilde okunur, Müslümanlar stratejik analizler yapar ve sorunların çözüm yollarını bulmada yardımcı olurdu. Mısır'da selefilerle Müslüman Kardeşler arasındaki tartışmaları gözlemlemek dahi bu iddianın doğru olduğunu anlamak için yeterli olabilir. Selefiler muhalif harekatın yaşandığı dönemin tamamında İsrail ve ABD tarafından desteklenen diktatörün yanında yer aldı ve siyasi İslam girişimlerine, Tahrir meydanında yaşanan olaylara karşı çıktı. Ancak Mübarek'in gözaltına alınmasından ve mahkemeye sevk edilmesinden hemen sonra olaylara müdahil olmaya başladı. En-Nur Partisi'ni kurdu ve seçimlere katılarak yüzde 20 oranında halk desteği aldı. Şu anda ise Müslüman Kardeşler'in 'doğru İslam'ı ve Müslümanları' temsil etmediklerini iddia ederek eleştiriyorlar. Bazı şartların oluşması durumunda onların Mısır ümmeti içerisinde çatışma tarafı olacağı ve devrim aleyhine eyleme girişen en önemli güçlerden birisine dönüşeceği aşikardır. Her ne kadar çelişki olarak gözükse de bu durumda batı yanlısı liberaller ve demokrasiyi savunan aydınlar da onların yanında yer alabilir. Çünkü liberaller ve demokrasi yanlıları siyasi İslam'ı Vehhabilik akımından daha tehlikeli kabul etmekte ve korkmaktadırlar.
Benzer sorunlar Kafkasya'da da bulunmaktadır. Kafkasya'da İslam uyanışı Mısır'da 'bahar'ın kokusu daha duyulmadan başladı. Ancak "küfür aleminin" nasıl organize edildiğine, modern toplumun anlamına, devlet ile toplumun ayrıştığı noktalara, modern bürokrasi yönetimi içerisindeki devletin neden İslam düşmanı olduğuna -bu devletin ismi şeriat devleti olsa da- ABD, AB, Çin, Hindistan, Rusya ve diğer büyük imparatorluk politikası takip eden devletler arasındaki sistemli çelişkilerin özelliklerine dair açık bir düşünce bulunmamaktadır. Bu gibi analizler sadece temel siyasi felsefe alanı temel alınarak yapılabilir. Ancak radikaller 'felsefe' kelimesi ile 'küfür' kelimesini eş anlamlı iki terim olarak görmektedir.
Dolayısıyla da Müslüman siyasilerin İran, Türkiye, Arap ve Orta Asya ülkeleri ve diğer bölgelerde yapıcı görüşmeler yapması çok önemlidir. Çünkü sadece 'uzun vadeli planlar' kurabilenler, yeni bir nesil ortaya çıkarabilir. Bu yeni nesil dünya siyasi arenasında İslam'ın öncü rolünü belirginleştirebilir. Bu rol kesinlikle dünya düzenine hizmet etmek olmayacak!
Haydar Cemal: Müslüman düşünür, Rusya Müslümanlar Birliği Başkanı
Dünya Bülteni için İbrahim Ali tarafından tercüme edilmiştir.