İnsan hakları, bireysel ve toplumsal özgürlükler, uluslararası bir konu oldu. Oysa geçen yüzyılda az sayıda liberal aydının idrakiyle sınırlı ulusal bir konu olarak kalmıştı.

Bu haklara ilgi, ahlaki ilkeler, felsefik nazariyeler, siyasi-sosyal ideolojiler sahasından bireyler ve cemaatlerce gerçekçi uygulama sahasına geçiş yaptı. Modern çağ, aydınların, hukukçuların ve siyasilerin, insan haklarını ayrıntılı metinler, ilan edilmiş açıklamalar ve kaydedilmiş belgeler içinde toplama amaçlı geniş bir çaba harcamasıyla belirginlik kazanıyor. Bu belgeler insanlığın saygınlığını muhafaza etmek, dokunulmazları korumak ve hakları vurgulamak amacıyla bireyler ve toplum olarak vatandaşlara muamelesinde destek alacağı bir referans olması için hükümetlerin onayına sunuldu.

'İnsan Hakları: Uluslararası, Arap ve İslami Bakış' adlı kitap insan haklarına İslam ve Araplar açısından fikrî, siyasî ve pratiğe dönük katkıda bulunma sahası açılması için önemli bir ilave sunmaktadır. İnsan hakları, çevre ve kalkınma sorunlarına katkı ve katılımlar dünya barışındaki ve bu barışın sağlanmasına katılımdaki temel kriterlerden biri oldu. Arap geleneğinin derin köklerinde İslam öncesi Arapların mazlumlara destek ve insanların korunması için gerçekleştirdikleri Hilful Fudul kurumunu görüyoruz. Medine'de İslam toplumunun oluşturulmasının ilk yıllarındaki Medine vesikası, Müslüman, Yahudi ve müşrik vatandaşların hakları ve görevlerini düzenleyen bir anayasa idi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası insan hakları, anayasalardan ve klasik garantilerden bağımsız bir sistem olarak ortaya çıktı. İnsan haklarını savunan örgütlerin ilk oluşumu altmışlı yılların sonunda yaşandı. İnsan haklarını savunan örgütler ihlallere karşı çalışma ve halkların dikkatini insan hakları düşüncesinin önemine çekme düşüncesinin yayılmasında temel rol oynadı. Arap dünyasında insan haklarına resmi ve halk ilgisi yetmişli yıllarda başladı ve bütün Arap anayasaları temel özgürlüklere ve insan haklarına saygı gösterilmesini öngörüyor. Fakat Arap Birliği sözleşmesi insan hakları konusunu görmezlikten geldi ve ancak 1966'da insan haklarıyla ilgili bir komisyon kurulması kararı alabildi. O da dünya insan hakları etkinlikleri programlarına katılmak için. Arap Birliği, insan hakları Arap sözleşmesi metni üzerinde 1994'te anlaşmaya varabildi. Bu sözleşme halen üye ülkeler tarafından onaylanmayı bekliyor.

Arap dünyasında insan haklarını savunmak için gerçekçi hareketlenme yetmişlerde başladı. Milliyetçi ve sol düşünce insan hakları düşüncesinden uzak durdu. Çünkü bu tür haklardan konuşmak, hakim burjuvazi siyasi sistemin meşruluğunun tanınmaması anlamına geliyordu. İnsan hakları örgütleri emperyalizmin ve İsrail'in siyasi aracı olarak görülüyordu. Arap vatanı insan haklarının önemiyle bilinçlenme noktasında bir gelişime sahne oluyor. Fakat siyasi yapının yaşadığı donukluk, insan hakları aktivistlerinin somut ve sürekli başarılar elde etmenin zorluğu sebebiyle yaşadıkları başarısızlık gergin bir bilinçlenme oluşturdu.

19'uncu yüzyılda başlayan ve 20'nci yüzyılın otuzlarına kadar süren Arap reformcu ve kalkınmacı düşüncede reform çalışmaları noktasında büyük bir zenginlik gözlemlemek mümkün. Rıfat Tahtavi, Butros El Bustani, Hayruddin El Tunisi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Farah Antoun, Şelebi Şemil, Kasım Emin, Abdurrahman El Kevakibi, Reşid Rıza ve Ali Abdurrazik bu dönemin önemli isimleri. Fakat kalkınmacı ve aydınlıkçı siyasi düşünce otuzlu yıllarda devrimci, milliyetçi ve sol hareketlerin gelişiyle birlikte etkisini kaybetmeye başladı. Bu hareketler askerî darbeler ve devrimlerle yüceldi ve en çirkin yolsuzluk, despot, işkence ve zulüm şekilleriyle birlikte Arap dünyasını devrim ateşi dönemine girdirdi. Ardından İslami hareketler devlet çağrısı yaparak siyaset ile dinî inancın, ümmet ile devletin, devlet ile toplumun arasında kaynayarak aydınlanma ve reformla olan kopukluğa katkı sağladılar. 
İBRAHİM GARAYBE - Katar gazetesi El Arap

 
Kaynak: Zaman