İran ile Güvenlik Konseyi daimi üyeleri artı Almanya (P5+1 grubu) arasında İstanbul’da yapılan görüşmeler tahminlerden de kötü sonuçlandı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un önceden söylediği gibi, sonuç alınamasa da,  İstanbul’dan “müzakerelere devam” kararının çıkması bile bir başarı sayılacaktı. Ancak bu da olmadı.

İran şimdi İstanbul’da Batıya karşı büyük bir direnç gösterdiğine inanıyor. P5+1 grubuna Rusya ve Çin’in de dahil olduğunu işine gelmediği için ön plana çıkarmıyor. Ancak grubun Batılı üyeleri ile İran konusunda her açıdan aynı fikirde olmasalar da, bu iki ülke büyük ölçüde Batılı ülkelerle birlikte hareket ediyorlar. 

Nitekim,  P5+1 adına müzakere eden AB’nin dış ilişkilerinden sorumlu Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, İran’ın İstanbul’daki tutumundan dolayı hayal kırıklığına uğradıklarını ifade ederken, Rusya ve Çin adına da konuşuyordu.

Öte yandan, artık klasikleşen “perde arkasında çalışıyoruz” söylemine rağmen,  Türkiye’nin İstanbul’da İran’a daha önce yaptığı gibi destek vermesi de söz konusu olmadı. 

Peki bundan sonra ne olacak?  Her şeyden önce bir hususu hatırlamakta yarar var. İstanbul’da yapılması kararlaştırılan ikinci tur görüşmeleri isteyen taraf İran’dı. Batılı ülkeler bunu İran’a karşı uygulanan yaptırımların “acıtmaya başlamasına” bağlıyorlar.

İran İstanbul’da,  P5+1’in taleplerini karşılamak yerine, bu yaptırımların kaldırılması için çalıştı. Bu konuya ağırlık vermesi ise,  “yaptırımlar acıtmaya başladı” savını doğrular niteliktedir.  Bu arada yaptırımların acıtmaya başladığını gösteren bir diğer ilginç gösterge de var.

İran güçlü konumda değil
O da, İranlıların bu yaptırımları aşmak için Türkiye’de peş peşe şirket kurmalarıdır, ki   bunu TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun bir açıklamasından biliyoruz. Tabii bu durum Batı nezdinde Türkiye’nin başını ağrıtacaktır, fakat bu başka bir yazının konusudur.

Sonuç itibariyle, müzakerelere dönme kararını tek taraflı olarak alan İran,  bizde o ülkedeki molla rejimine hayranlıkla bakanların sandıkları kadar güçlü bir konumda değil. Tahran sadece Batı nezdinde ve BM Güvenlik Konseyi’nde yalnız değil, aynı zamanda kendi bölgesinde de yalnız.

Özetle, bölgenin Sünni Arap rejimleri “Müslüman İran nükleer konusunda Batı’ya meydan okumakla ne iyi ediyor” demiyorlar. Wikileaks sayesinde öğrendiğimiz gibi , bunu bir yana bırakın,  Suudi Arabistan - İran’ı kastederek - Washington’dan “yılanın başının ezilmesini” dahi istemiş.

Tahran artık Moskova ve Pekin’e güvenemeyeceğini de biliyor,  zira bu iki ülke İran meselesine Batılı ülkelerden farklı yaklaşıyormuş gibi görünseler de, aslında bu pek de doğru değil.

Bu durumda İran’a Suriye gibi “radikal” sayılan ülkelerle,  Hizbullah ve Hamas gibi Batı ve bölgedeki rejimler tarafından “terörist” sayılan radikal örgütler yoluyla gelişmeleri etkilemeye çalışma seçeneği kalıyor.

Ek sorun yaratma potansiyeli az
Ancak bunu yaptıkça bölgenin Sünni rejimleri nezdinde yalnızlığı daha da artıyor. İran’ın Afganistan’daki karmaşayı derinleştirip Batıya ek sonular yaratma potansiyeli de zayıf, zira bizde fazla bilinmese de, İran hem Taliban’ı hem de El Kaide’yi düşman sayıyor.

Öte yandan Tahran NATO üyesi Türkiye’ye de artık ne kadar güvenebileceğinden emin değil. Geçen Mayıs ayında yaşanan ve “Tahran Deklarasyonu”nun ortaya çıkması ile sonuçlanan süreçte Ankara İran lehine hareket etmiş olsa bile, bu sonuçta Tahran’a çok fazla fayda sağlamadı.

Bu durumda Tahran’a aslında iki seçenek kalıyor. Birinden yukarıda söz ettik. Buna göre İran bilinçli olarak meydan okuyarak bölgede, İsrail ile birlikte, ciddi bir istikrarsızlık unsuru olmaya devam edecek.

İkinci seçeneği ise,  P5+1 grubu ile müzakerelerin devamını istemesidir. İçine düştüğü uluslararası yalnızlık ve önümüzdeki dönemde ek yaptırımların geleceği hesaba katıldığında, bu ikinci seçenek Tahran için, istemese de, zorunlu bir tercih nedeni olabilir.


Kaynak: Milliyet