Tek başına coğrafi yapısı, Arap dünyasını İran dış politikasının odak noktası kılmaya yeter. İran'ın on üç komşusu içerisinde yedi tanesi Arap ülkesidir. Ancak Tahran'ın Kuzey Afrika'dan Arap Yarımadası'na dek uzanan 22 devletlik Arap dünyasına yaklaşımı yoğunluk bakımından çeşitlilik göstermektedir ve İran'ın gâyeleri de ülkeden ülkeye değişmektedir. Başka bir ifadeyle, İran'ın Arap politikası yoktur fakat her bir Arap ülkesiyle ikili ilişkiler tesis etmektedir. Tahran'daki liderler Arap ülkeleriyle ilişkilere ilgi gösterdiklerinde bir dizi fırsatlar ve İran'ın çıkarlarına karşı tehditler gözlerine çarpmaktadır.

İran'ın Arap dünyasıyla ilişkileri sorunu üzerinde fikir birliğinin sona erdiği yer de burasıdır. İran'da devlet içi tartışmalar, Arap dünyasıyla gelecekteki ilişkiler konusunda ihtilaf yaşadığını göstermektedir. İran'ın Arap ülkeleriyle 2011 yılından beri geçirdiği sarsıntılı ilişkiler ise Tahran'daki bu çekişmeyi daha da azdırmıştır.

İç mücadele

Bir yanda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve onun ılımlı hizbi var. İran'ın Arap dünyasına yönelik yaklaşımında düzeltmeler yapılmasını yüksek sesle savunuyorlar. Ruhani'nın 2013 seçim kampanyası sırasında verdiği dış politika vaatlerinden biri de İran'ın başlıca rakibi Suudi Arabistan'la ilişkileri onarmaktı.

Ruhani'nin akıl hocası ve rejimin ileri gelenlerinden Ayetullah Ali Ekber Rafsancani, Suudilerle diyalog kurma konusunda kamusal figür oldu. Rafsancani Mayıs ayı başlarında ülkeyi ziyaret eden İtalyan heyetine “bölgesel ve İslami müştereklere, geçmişte buzların çözülmesine bakınca, İran ve Suudi Arabistan arasındaki meselelere çözüm bulmak çok kolaydır” demişti.

Bu haber Riyad da memnuniyetle karşılandı. Abdurrahman Raşid adlı Suudi yorumcunun da ifade ettiği gibi Rafsancani'nin Suudi Arabistan'la uzlaşma önerisi, herkesin istifade edeceği, milyonlarca Suriyeli'nin, Lübnanlı'nın, Yemenli'nin ve Afgan'ın sefaletini de sona erdirecek akıllıca bir karardır. Raşid'in bunu söylemekten kastı, Tahran ve Riyad'ın bugünün Ortadoğusu'nda Yemen'den Suriye'ye, Mısır'dan Pakistan'a çok sayıda vekalet savaşı yürüttüğünü hatırlatmaktır. Her iki ülkede selim akılla düşünen herkes, İran-Suud vekalet savaşlarının suçunu her iki tarafa bölüştürmektedir.

Fakat Suudiler Rafsancani'nin önerisine sıcak baksalar da İran-Arap çatlağının kökenindeki sebeplerin başka yerde yattığına düşünüyorlar. Raşid'in dikkat çektiği ve Körfez ülkelerinin sık sık tekrarladıkları şey şu: İran, paramiliter seçkin bir askeri birlik olan teokratik otoriteye hizmet eden, din adamlarının yönetimindeki Devrim Muhafızları tarafından yönetilmektedir.

İran'ın iç siyasi dinamikleri hakkındaki bu görüş fazlaca basite indirgeyici olsa da gerçek pek çok şeyi de içermektedir. Körfez Arapları İran'a baktıklarında, Ruhani, Rafsancani ve Cevad Zarif gibilerin uzattığı zeytin dalını görüyorlar. Ancak diğer yanda yalnızca gücün diliyle konuşan ve İran'ın bölgesel nüfuzunu genişletmeye adanmış Devrim Muhafızları'nın şahin komutanlarına şahit oluyorlar.

Araplar nezdinde önemli bir nüans

Ama gene de Körfez Arapları, Tahran rejiminde farklı dünyagörüşlerinin varlığını önemli bir gelişme olarak görüyorlar.

İran'ın niyetlerine dair Arap algısı, iki taraf arasındaki ilişkilerin seyrini yirmi yıldır belirlemektedir. 1990'ların ortalarında Rafsancani cumhurbaşkanı iken Suudi Arabistan'la yakınlaşma çabası iki ülke arasında 1979 İslam Devrimi'yle başlamış 15 yıllık yabancılaşma sürecine nokta koymuştu.

Rafsancani'nin başarısı, Suudilerin ve diğer Körfez Araplarının algısını değiştirebilmiş olmasında yatıyordu. İran'ın o zamanlardaki dış politika amaçları – dünya ekonomisiyle bütünleşmek ve İran'ın 1980'lerdeki tecridinden sonra Washington'la ilişkilerin yumuşaması arzusu - Rafsancani döneminde yoğunlaşmıştı. Araplara göre, Rafsancani'nin İran'ın komşularını derinden rahatsız eden hasmane devrim söylemini alabildiğince azaltması çok önemliydi. Araplar buna karşılık olarak İran'ın uluslararası tecritten çıkmasına karşı çıkmadıklarını gösterdiler; yalnızca Tahran'dan söylemini eylemle destekleyeceğine dair güvence almaya baktılar ve aldılar.

Dahası, Rafsancani Arap liderler ile şahsi ilişkiler geliştirdi özellikle de Suudi Veliaht Prens Abdullah ile. Garantileri çabucak geri dönüşüm sağladı; ticaret arttı hatta OPEC içerisinde fiyat konusunda İran-Suud eşgüdümü oluştu. Böylelikle daha önceki husumeti tersine çevirmeyi başardı. Suudiler bu tarihe kadar Rafsancani dönemini Suud-İran ilişkilerinde altın çağ olarak anarlar.

Şahsi diplomasi yoluyla algıların şekillendirilmesi üzerinde vurgu, Tahran Körfez'deki Arap liderlerin korkularını gidermeye baktığı için hala geçerlidir. Küçük Körfez ülkeleri İran'ı düşündüklerinde, altı Körfez ülkesinden üç kat daha büyük 80 milyonluk bir devle karşı karşı kaldıklarını görmektedirler; Tahran ağzını açtığında söylediklerine dikkatle kulak vermektedirler. İran'ın bugün nükleer eşiği geçmek üzere oluşu, Araplardaki hassasiyeti daha da artırmaktadır.

Şayet Rafsancani (1989-1997) ve halefi Muhammed Hatemi (1997-2005) Arapların endişelerini girderme zaruretini anlamışsa da Mahmud Ahmedinejad (2005-2013) ve onun Devrim Muhafızları'ndaki destekçileri kendilerinden önce ortaya çıkmış iyi niyeti harcamakta başarı kaydettiler. Ahmedinejad, Körfez Araplarının Tahran'dan duymayı ümit ettikleri şeyin tam tersini yaptı. Körfez ülkeleri, İran nükleer programı hakkında güvence isterken Ahmedinejad “İran nükleer programı frenleri olmayan bir lokomotiftir” diyerek onları alarma geçirdi.

Ruhani baskın gelebilir mi?

Ruhani tehlikeli bir söylemin olduğu bir zamanda cumhurbaşkanlığına geldi; görevindeki ilk yıl, Tahran'daki şahinleri göğüslemekle geçti. Bu kişileri uluslararası politikadan anlamayan, boş ve külfetli sloganlara sarılmış “cahiller” olarak anan Ruhani, Rafsancani dönemini geri getirmeye ve İran'ın Körfez'deki komşularını temin etmeye çalışmaktadır.

Örneğin 2013 Aralık ayında, Ruhani daha yeni cumhurbaşkanı olduğu bir zamanda, İran Birleşik Arap Emirlikleri ile arasında ihtilaf konusu olan Ebu Musa Adası'ndaki savaş uçakları filosunu geri çekti. Bu jest en başta ABD'yi hedeflemişti ancak Körfez Araplarının dikkatinden de kaçmadı.

Ancak Ruhani, şahinlerden gelen eleştirileri göğüslemekte büyük bir mücadeleye düştü. İran'ın bölgesel politikasını şekillendirme mücadelesi kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor. Devrim Muhafızları komutanlarını boş ve külfetli sloganlara karşı bir kez daha uyardı. “Bir kimsenin cümlesini ve söylediklerini tehdit ve darbe indirme niyeti olarak anlaşılmayacak şekilde formüle etmesi gerekir” dedi. Ergenleri azarlar gibi konuşan Ruhani “öteki tarafı korkutmak için füze fırlatmanın ve askeri tatbikatlar düzenlemenin iyi bir caydırıcı olmadığını” söyledi. Tahran'da rejim içi kan davasında Ruhani'nin el üstünlüğü var. Eleştirmenleri “Dini liderin desteğine sahibim” diyerek uyardı.

Ruhani'nin kilit rakiplerinden bazıları geri çekilmeye hazır değil. Devrim Muhafızları'nın başı Muhammed Ali Caferi de aynı derecede samimi. Caferi “bazıları gerçek yüzlerini göstermiyor” dedi. Ruhani yönetiminin muhatap olduğu bir itham bu artık. Bu ithamla, onun iç ve dış politika niyetlerinin iddia edilenden farklı olduğu, nihâi amacının rejimin İslamcı ve devrimci niteliğini zayıflatmak olduğu ima ediliyor.

Ruhani'nin aksine Caferi ve diğer şahinler İran'ı bölgede yükselen bir güç olarak görüyor ve değişmesi gereken birileri varsa o da İran'ın Arap rakipleridir diyorlar.

Rejim içi bu rekabetin sonuçları şimdiden belli değil. Dünyanın ve İran'ın komşularının Ruhani'nin ılımlı İran vaatlerine karşı ne derece açık olduğuna bağlı çoğu şey. Ruhani'ye rest çekilmesi sadece şahinlerin söylemlerini ve dünyagörüşlerini güçlendirir.

Körfez Arapları İran rejimindeki bu ikilemi açıkça teşhis ettiler; içlerinden bazıları ümitvar olmayı tercih etti ve Ruhani'nin hizbinin baskın çıkacağını düşünüyorlar. Bunun en güzel örneği, Umman'ın İran'a yaklaşımıdır. Ruhani Mart ayında bu ülkeyi ziyaret etti ve milyarlarca dolarlık doğalgaz anlaşması imzaladı.

Başta Suudiler olmak üzere diğerleri ise aksini dileseler bile devrimci şahinlerin Arap dünyasına karşı müdahaleci bir siyaset izleyeceklerine inanıyor. Suudilerin birçok çekincesi meşru olsa da İran'ın Arap politikasının yörüngesi hakkında kendi kendini gerçekleştiren bir kehaneti harekete geçirme tehlikesi de var. Riyad'ın İran aleyhine özellikle de mezhep temelli ve Şii karşıtı tedbirler alması, Ruhani'nin Tahran'daki duruşunu sarsar ve bölgeyle yakınlaşmasını engeller. Bununla beraber, bu kez Suudiler bile Ruhani tarafının başarılı olabileceğine dair ümit sinyalleri gönderiyor. Riyad'ın İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'i krallığa davet etmesi bunu göstermektedir.

Ilımlı İranlıların varlığına vurgu yapmak suretiyle, Körfez Arapları, ümit etmekle kalmayıp İran'ın Arap komşularıyla sarsıntılı ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak isteyen Tahran'daki kişileri güçlendirebilir de.

Dünya Bülteni için çeviren: Turgut Fidan
Kaynak: Middle East Institute