Gerçekten de son haftalarda bölge başkentlerinde gözlenen baş döndürücü diplomasi trafiği ve Basra Körfezi'nde artan askerî hareketlilik bahar aylarında Ortadoğu'nun önemli gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. ABD başkentinden ve İsrail'den gelen haberler, ABD'nin İran'a yönelik bir operasyon için siyasi ve askerî alanda son hazırlıklarını yapmakta olduğuna ilişkin ciddi işaretler veriyor. Bazı uzmanlar ise muhtemel bir İran operasyonunun Basra Körfezi'nden dünya piyasalarına akan petrol sevkıyatını bir süre engelleyeceğini ve bu nedenle yaz aylarında petrolün yüz dolara fırlayabileceğini belirtiyorlar. Peki Ortadoğu'da gerçekten neler oluyor ve İran saldırısı kaçınılmaz mı? İran'a saldırı kaçınılmaz mı? İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik stratejik bakışını tanımlayan üç temel faktör vardı: 1) Sovyet komünizminin bölge ülkelerine yayılmasını önlemek, 2) Petrol ve diğer enerji kaynaklarının Batı'ya kesintisiz biçimde akışının sağlanması ve 3) ABD ve İngiliz desteği ile bölgede kurdurulan İsrail devletinin güvenliğinin sağlanması. Belirtilen bu nedenlerle, Truman ve Eisenhower gibi ABD başkanları Ortadoğu'yu Amerikan çıkarları açısından hayati öneme haiz bölge olarak nitelemişler ve bu amaçla bölgenin petrol kaynakları açısından iki önemli ülkesi olan Suudi Arabistan ve İran'la ilişkilere özel önem vermişlerdir. Bu arada Arap halkları üzerinde siyasi ağırlığı olan Mısır ile de yakın ilişkiler kurulmuştur. Ancak Humeyni önderliğinde 1979'da gerçekleştirilen İslam devrimiyle birlikte Amerika Ortadoğu'daki temel dayanaklarından birini yitirmiştir. Amerika'yı 'büyük şeytan' olarak niteleyen ve açıkça Batı karşıtı bir dış politika izleyen İran'a karşı ABD, çevreleme ve İslam rejimini çökertme siyaseti izlemiştir. Nitekim İran son 30 yıldır ABD'nin uyguladığı ticari, ekonomik, teknolojik ve siyasi ambargolarla karşı karşıyadır. 1980-1988 döneminde İran ve Irak arasındaki savaşta ise ABD açıkça Irak'ı desteklemiştir. 11 Eylül olayları ve ardından Amerika'nın 2003'te gerçekleştirdiği Irak işgali ise İran-ABD ilişkilerinde yeni ve oldukça gergin bir dönemi başlatmıştır. ABD, 11 Eylül sonrasında dış politikasını cihadist terörle savaş stratejisi temelinde yeniden tanımlamış; uluslararası terörü destekledikleri iddiasıyla İran, Irak, Suriye ve Afganistan gibi ülkeleri de 'şer ekseni' olarak ilan etmiştir. Nitekim, Bush yönetiminin önleyici savaş doktrinine uygun olarak ABD, askerî yöntemlerle önce Afganistan'daki Taliban rejimine; ardından da işgal ettiği Irak'ta Saddam rejimine son vermiştir. İran bugün batısından Irak, doğusundan ise Afganistan vasıtasıyla ABD ile komşu haline gelmiştir ki, Tahran'daki İslami rejim için bu durum varoluşsal bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. Tam da bu jeopolitik sıkışmışlık ve kuşatılmışlık hissi nedeniyle, 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İran halkı reformcu bir lider yerine kendi güvenlik kaygılarını daha iyi anlayan ve Batı'ya karşı meydan okuyan radikal bir politikacıyı, Mahmut Ahmedinejad'ı seçmiştir. Son üç yılda İran'ın tüm ambargolara ve tehditlere karşı nükleer faaliyetlerinden vazgeçmemesinin altında da İran'daki siyasi elitlerin iliklerine kadar hissettikleri bu güvensizlik psikolojisi yatmaktadır. Zira Soğuk Savaş tecrübesi ve İsrail örneği göstermiştir ki, elinde karşı tarafı yok edecek atom bombasını bulunduran ülkeler kendi ulusal güvenliğini başka ülkelere karşı "mutlak anlamda" sağlamış olmaktadır. 11 Eylül ve 'şer ekseni' söylemi İran'ı nükleer silah üretme konusundaki kararlı tutumundan vazgeçirmek için ABD, BM ve diğer uluslararası örgütler aracılığıyla İran'a ağır ticari ve ekonomik yaptırımlar uygulatmaya çalışmaktadır. Ancak İran'ın zaten ambargo altında olması ve petrol gibi stratejik bir kaynağa dayanarak kendi ekonomisini devam ettirebilmesi bu tür ambargoların caydırıcı etkisini azaltmaktadır. Kaldı ki, ABD yönetimi Çin ve Rusya'nın vetosu nedeniyle BM Güvenlik Konseyi'nden İran'a yönelik bir askerî operasyon kararını belki de hiçbir zaman çıkartamayacağının farkındadır. Oysaki İsrail ve ABD'deki yeni muhafazakârlar Bush dönemi sona ermeden İran'ın nükleer teknoloji altyapısının yok edilmesi gerektiğine; zira zamanın kendi aleyhlerine işlediğine inanmaktadırlar. Aslında İran'a yönelik bir saldırının kararı Bush yönetimince çoktan verilmiştir. Muhtemelen sınırlı bir hava saldırısı olarak tasarlanan operasyon için BM kararı aranmayacak; ancak dünya kamuoyu önünde savunulabilir bir neden (casus belli) ve uygun bir zaman beklenecektir. Şu ana kadar böyle bir saldırının yapılmamasının en önemli nedeni ise ABD'nin işgal sonrası Irak'ta karşılaştığı umulmadık bir direniş hareketi nedeniyle barış ve güvenliği sağlayacak istikrarlı ve meşru bir hükümet kurulamamasıdır. ABD Irak'taki şiddetli direnişten ise İran ve Suriye'yi sorumlu tutmaktadır. Saldırı için de böyle bir gerekçenin kullanılması kuvvetle muhtemeldir.Nitekim Irak'ta şiddetin sona erdirilmesi için Suriye ve İran'la diyalog kurulmasını öneren Baker-Hamilton raporunun aksine, Bush yönetimi Irak'a ilave asker göndermiş; körfezdeki deniz gücünü de artırmıştır. Bu tercihin siyasi anlamı, ABD-İngiltere ve İsrail'in İran'a karşı diyalog yerine çatışmacı bir yol izleyecekleridir. Gerçekten de son aylarda ABD, İran'a karşı bölge ülkelerinin desteğini sağlamak için yoğun bir diplomasi uygulamaktadır. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bölge başkentlerini defalarca ziyaret etmiştir. Burada kotarılmak istenen politik amaçlar şunlardır: 1) Bölge ülkelerinin Irak'ın siyasi istikrarına katkılarını sağlamak, 2) İran'ın bölgede artan etkisini kırmak, 3) Bu amaçla Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır gibi Sünni ülkeleri ABD-İsrail eksenine çekmek, 4) Bunu sağlamanın yolu olarak otoriter Arap rejimleri üzerindeki demokratikleşme baskılarını terk ederek geleneksel reelpolitik ilişki modelini yeniden benimsemek, 5) Ve nihayet Arap-İsrail sorununa kapsamlı bir çözümü amaçlayan Ortadoğu barış sürecini yeniden başlatmak. Gerçekten de Filistin'de Hamas hükümetinin İsrail tarafından dağıtılmasıyla başlayan kriz Mekke Anlaşması'yla çözülmüş; böylece İran'ın Hamas üzerindeki nüfuzu kırılmaya çalışılmıştır.Önümüzdeki günlerde Lübnan'daki hükümet krizinin de bir ara formülle çözüme bağlanması muhtemeldir. Yine bu çerçevede İran'dan uzaklaştırmak amacıyla Suriye'ye yönelik bazı açılımlar da beklenmelidir. Sonuç olarak, ABD son günlerde askerî ve siyasi dikkatini giderek İran üzerinde yoğunlaştırmaktadır.Zira İran, Ortadoğu'da ABD politikalarına karşı direnen ve caydırıcı bir askerî güce dayanarak bölgeye yönelik kendi politkalarını uygulayabilen tek ülkedir. İran rejiminin bölge halkları üzerindeki dinî ve siyasi nüfuzunun kırılması ve bu ülkenin dokunulmazlık büyüsünün bozulması için tek seçenek olarak askerî bir operasyon görülmektedir. Üstelik 2008 seçimleri yaklaşırken, İran'a karşı başarılı bir operasyon Bush yönetimine terörle mücadelede kesin bir zafer ilan etme fırsatı da verecektir. Şu da bilinmelidir ki, İran'da rejim değişikliğini doğuracak topyekün bir savaş dışındaki her seçenek, rejimi pekiştirmekten ve İran'ın nükleer silah üretmesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.