İslam Cumhuriyeti siyasi tiyatrolar yaratmak konusunda genellikle başarılıdır. Kurulu düzen, siyasetin bir tür eğlence olduğunu ve İranlıların iyi bir gösteriden hoşlandığını bilir. Daima siyaseti bayağı bulduğu izlenimi veren şahtan farklı olarak, İslam Cumhuriye-ti'nin kurulu düzeni faydasını anlamaya meyyaldir.

Ani bir skandal, dedikodu ve hepsinden iyisi, 'mahkeme' el birliğiyle meraklıları meşgul etmeye ve belki de kuşkucuları İran'da siyasetin canlı devam ettiği konusunda temin etmeye yardımcı olur. Yani siyaset sahnesini idare etmek daima hassas bir dengeleme işi olmuştur; azını yaparsanız mesaj üzerindeki kontrolünüzü, çoğunu yaparsanız güvenilirliğinizi kaybetme riskiyle karşı karşı kalırsınız. Birçokları, özellikle de otoriterler eğilimli olanlar, ellerinden gelse bu işlemi bertaraf etmeyi ister.

Mahkeme komedisine inanan yok
İran'daki mevcut yönetimin, bilhassa Mahmud Ahmedinecad'in paradoksu, her iki yolu da kullanmak istemesi. Tiyatroyu istiyorlar, fakat aynı zamanda mutlak kontrol de istiyorlar; yani sadece prodüksiyonu değil, seyircilerin reaksiyonunu da tayin etmek derdindeler. Acayip bir başarısızlığa uğradılar ve 12 Haziran seçiminden beri kendi hikâyelerini dayatmak için mücadele ediyorlar. Gerçekten de şu olguyu gözden kaçırmamamız lazım:

Sokaklardaki bütün o ateşli çekişmelere ve seçkinler arasındaki bölünmelere rağmen, bu esas itibarıyla ideolojik bir çekişme ve bu noktada mesaj önemli. Gazetecilerin sınırdışı edilmesinin, akademisyenlerin hapsedilmesinin ve eylemcilerin yargılanmasının sebebi bu. Sertlik yanlısı kurulu düzenin her şeyin normal ve olduğu gibi devam ettiği ısrarının ve sadece protestoların sürmesinin bile onların bu özel kurgusunu yalanlamasının sebebi de bu. Aslında son zamanlarda kontrolü elde tutmak, sadece otoritenin krizinden değil, iletişim kanallarının çeşitlenmiş olmasından dolayı bilhassa zorlaşmış durumda: İnternetin en az sokaklar kadar ciddi bir savaş alanı olduğu görülüyor. Fakat belki de daha da önemlisi şu: Bunlar, mesajı doğru okumak konusundaki telaşı çerçevesinde bizzat kurulu düzen tarafından yapılan hatalar.

Son birkaç gün, bu paranoyak devletin yüz yüze kaldığı sorunlara dair iyi örnekler sunuyor. Cumartesi günü sertlik yanlısı kurulu düzen, belli ki durmadan şişirdikleri kadife devrim hikâyesinin gerçek olduğuna halkı ikna etme çabasıyla, gösterişli bir mahkeme şovu sahnelemeye karar verdi. Birçoklarını öfkelendirecek aşağılanan mahkum görüntülerinin yanında, muhalefetin en sert eleştirilerine vesile olan şey, olağanüstü kapsamlı iddianameydi. İlginç olan, nedamet getirmiş protestocularla 'bir havuz kenarında' neşeli neşeli sohbet eden haber sunucusunun, hakaret sağanağı nedeniyle blogunu kapatmak zorunda kalmasıydı.

Ve gelelim haftanın kilit önemdeki iki törenine: Meclisteki resmi onay ve yemin töreni. Her ikisine de katılmama oranı dikkat çekiciydi - büyük sürpriz sayılmaz, fakat seçkinler içindeki bölünmelerin göstergesi. Yemin töreninde durum bir dizi 'şöhret'in çağırılmasıyla idare edildi, fakat neresinden bakılırsa bakılsın törenlerin hiçbirinde kutlama havası yoktu ve yemin töreni sokaklardaki protestolarla karşılaştı.

Belki de en alışılmadık olanı törenin perişan koreografisiydi; bilhassa onay sırasında Ahmedinecad şükranını nasıl göstereceğinden emin değilmiş gibi göründüğünde göze çarptı bu perişanlık. Bununla birlikte Ayetullah Hameney'in elini çekip çekmediği ya da Ahmedinecad'ın o eli öpmeyi reddedip reddetmediği (ki mesele ikincisiyse, Hameney hesabını soracaktır) konusunda net bir bilgiye sahip değilim. Fakat en inanılmaz olanı Hameney'in oğlu ve birçok sorunun aleni nedeni olan Müçteba'nın platformun kenarına, yani fiilen 'perde arkasına' konmasıydı.

Haftalardır kazığı tatlılıkla yutturma çabasıyla kullanılan dil yumuşatılıyor ve uzlaşmacı jestler yapılıyor. Ahmedinecad'ın yemin töreni konuşması da istisna değildi. Fakat hükümetin sokaklara saldığı şok birliklerinin yapıp ettikleri ve kamuoyunun şiddetin boyutunun giderek farkına varması karşısında zorlama kaçıyor. Can kayıplarının yüzlerle ifade edilecek boyutta olduğunda herkes hemfikir. Bu zaten tek başına uzlaşma hikâyesini paramparça ediyor. Kurbanların 'liberal seçkinler'den ibaret olmaması, içlerinde sıkı muhafazakârların çocuklarının da bulunması meseleyi daha da ciddi hale getiriyor. Seçimden yenik çıkan adaylardan ve eski Devrim Muhafızları komutanı Muhsin Rızai'nin yargının İran vatandaşlarını öldürenleri yargılamak için bir mahkeme kurması gerektiği yönündeki sözleri gayet dikkat çekiciydi. Yemin töreni boykotuna o da katıldı.

İhanet dili çok sık kullanılıyor
Herhalükârda durum giderek kutuplaşıyor ve kullanılan (bilhassa muhalefetin kullandığı) dil her geçen gün sertleşiyor. Fakat şimdi ihanet dili alarm verici bir sıklıkla kullanılıyor ve birçok sertlik yanlısı, bu zehirli dili kullanma tekelinin kendi ellerinde olmadığını aniden fark etmiş durumda. Bunların hiçbiri hayra alâmet değil. Bir seçim anlaşmazlığı olarak başlayan mesele, İslam Cumhuriyeti'nin en temel yapılarını içine çeken bir noktaya vardı. Bu durumun çok ciddi sonuçlar doğulabilecek olması, tarafları sıkıntılı da olsa bir uzlaşmaya zorlayabilir, fakat tecrübe (ve Mahmud Ahmedinecad gibi acayip bir karakterin varlığı) aksini söylüyor. (İskoçya'daki St. Andrews Üniversitesi'nin Iran Enstitüsü'nün yöneticisi, 5 Ağustos 2009)

Kaynak: Radikal