İran savaşı sessizce başladı: UAEK'nın nükleer silah elde etmesinin yıllar alacağını rapor etmesine ve Tahran'ın işbirliği çağrılarına rağmen, tek amacı mollaları devirmek olan ABD,ülke nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan azınlıklar içindeki silahlı hareketlere desteğini artırdı

Önümüzdeki birkaç gün içinde Bağdat'ta Amerikalı ve İranlı yetkililer arasında benzeri görülmemiş bir toplantının gerçekleşmesi bekleniyor. Her iki taraf da görüşmelerin sadece Irak'la sınırlı kalacağı konusunda ısrar ediyor. İran'daki İslam Devrimi'nden bu yana tarafların bu ilk resmi teması Washington'la Tahran arasında bir yakınlaşmanın habercisi olabilir mi?

Şu an için bunun mümkün olduğunu gösteren bir şey yok, üstelik her iki devlet de bölge ülkelerini kendileri lehinde seferber etme gayreti içinde. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney İran'ın nükleer silah edinmesini engelleme kararlılıklarını yineleyerek Arap dünyasını turladı.

Diğer yanda İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad 1971'deki bağımsızlığından beri Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) ziyaret eden ilk İranlı lider oldu, hem de iki ülkenin ciddi sınır anlaşmazlıkları yaşamasına rağmen.

Cheney'nin tehdit dolu bağrışlarına Ahmedinecad, "ABD İran'ı vuramaz. İran kendini koruyup, karşılık verebilir" diye yanıt verdi.

Afganistan'daki yardımı unutuldu

Her ne kadar mevcut önceliği Irak olsa da, ABD yönetimi İran'ı kendi başına bırakmış değil. Sessizce, fark edilmeden, kameralardan uzakta İran savaşı başladı. Pek çok kaynak ABD'nin İran nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ını oluşturan etnik azınlıklar içindeki silahlı hareketlere yardımı artırdığını teyit ediyor. ABC nisanda ABD'nin Cund el İslam (İslam'ın Askerleri) isimli Beluci gruba gizlice yardım ettiği yönünde bir haber yayımladı ki, bu grup 20 İran Devrim Muhafızı'nı öldüren kısa süre önceki saldırının sorumlusu. American Foundation adlı kuruluşun raporuna göreyse, ABD komandoları 2004'ten beri İran'da faaliyet gösteriyor.

ABD Başkanı Bush 2002'de İran'ı 'şer ekseninin' bir ayağı diye tanımlamıştı. Ertesi yılsa ülkesinin İran'ın nükleer silah edinmesine 'göz yummayacağını' söyledi. Bu açıklamaların nasıl bir ortamda yapıldığını hatırlamakta fayda var.
Tahran ABD'nin Afganistan'da Taliban'ı devirmesine yardım etti. 2 Mayıs 2003'te Cenevre'de İran Büyükelçisi Cevad Zarif'le Bush'un Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad arasındaki toplantıda, Tahran hükümeti kitle imha silahları, terörizm, ekonomik işbirliği konularında genel müzakerelere ilişkin bir öneride bulundu. İran 2002'de kararlaştırılan Arap barış girişimini desteklemeye hazır olduğunu söyledi ve Hizbullah'ın siyasi bir partiye dönüşmesine yardım etti. Aralık 2003'te İran nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik anlaşmanın ek protokolünü imzalayan birkaç ülkeden biri oldu ki, bu Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) denetleme yetkisini artırıyor.

Buna karşılık ABD, tek amacı mollaları devirmek olduğundan tüm bu açılımları kenara itti. Askeri müdahale için uygun koşulları yaratmak amacıyla sürekli 'nükleer tehdidi' dillendirdi. ABD Silah Denetimi ve Silahsızlanma Dairesi Müdürü, 1995'te İran'ın 2003'e kadar nükleer bomba yapabileceğini söyledi. Başkan Bill Clinton'ın Savunma Bakanı William Perry'yse, 2000'de bunun gerçekleşeceğini öngördü, İsrailli lider Şimon Peres de bu tahmini tekrarladı. Tüm bunların yanında UAEK geçen ay Tahran'ın nükleer bomba yapabilecek yeteneği kazanmasının dört ila altı yıl gerektirdiği değerlendirmesinde bulundu.

Peki ama doğrusu ne? Petrol sonrası döneme hazırlık olarak İran 1960'lardan beri nükleer silah geliştirmeye çalışıyor. Teknolojik gelişmeler sivil nükleer enerjinin askeri niyetlerle kullanımını kolaylaştırdı. Tahran'daki liderler buna mı niyetlendi? Buna dair herhangi bir kanıt yok. Peki ama bu yönde bir risk mevcut mu? Bariz sebeplerden dolayı böyle bir risk var.

İran-Irak Savaşı sırasında Saddam İranlılara karşı kimyasal silah kullandı ama bu durum artık Irak ve Afganistan'da birlikleri bulunan ABD'nin hiç tepkisini çekmedi. Ayrıca İran'ın iki komşusu Pakistan ve İsrail nükleer silah sahibi. Hiçbir İranlı lider bu durumu görmezden gelemez. O halde istikrarsız bölgede yeni bir silah yarışı başlatacak ve nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına ölümcül bir darbe indirecek olan İran'ın nükleer silah edinmesinin önüne nasıl geçmeli? Genel kanının aksine bu yöndeki ana engel Tahran'ın uranyum zenginleştirmedeki kararlılığı değil. Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına göre İran'ın uranyum zengileştirme hakkı var ama Tahran hep bu hakkına gönüllü sınırlamalar getirmeye ve UAEK'nın denetimlerini artırmasını kabule hazır olduğunu söyledi.

İslam Cumhuriyeti'nin temel kaygıları başka yerde yatıyor. Bunun göstergesi İran'ın 2004'te Fransa, Britanya ve Almanya'yla imzaladığı ve 'güvenlik mevzularında samimi taahhütler sunacak' uzun vadeli bir anlaşmaya varılması karşılığında uranyum zenginleştirmeyi askıya almayı kabul ettiği anlaşmadır. ABD bu taahhütleri vermeyi reddedince İran zenginleştirme programına tekrar başladı. Ardından AB de ABD'nin suyundan gitti. BM Güvenlik Konseyi'nin beş üyesi ve Almanya'nın 2006'da sunduğu öneri, İran'ın içişlerine karışılmayacağı garantisi vermiyordu. Tahran tepki olarak, 'müzakere ekibine katılmak isteyen Batılı tarafların kendi adlarına ve diğer Avrupa ülkeleri namına gözdağı, baskı ve yaptırım siyasetini kenara bıraktıklarını duyurmasını' talep etti.

Ahmedinecad da az değil

Bu tür taahhütler olmadan gerilimin tırmanması kaçınılmaz. Ahmedinecad'ın cumhurbaşkanı seçilmesi de diyaloğu kolaylaştırmıyor, zira kendisi Holokost ve İsrail hakkında tahrik edici açıklamalardan keyif alıyor. Ancak İran tarihi zengin büyük bir ülke ve cumhurbaşkanından ibaret değil. Hükümet bünyesinde gerilim var ve geçtiğimiz aralıkta Ahmedinecad yerel seçimler ve Uzmanlar Konseyi seçimlerinde ağır darbe aldı. İran'da ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar mevcut, daha fazla özgürlük için güçlü talep var.

Vatandaşların sadakatini kazanmak için rejimin tek güçlü kartı milliyetçilik, İran'ın geçtiğimiz yüzyılda maruz kaldığı türden yabancı müdahaleleri reddetmek.

Irak'taki faciaya rağmen Bush'un İran'a saldırma fikrinden caydığına dair bir emare yok. Her şey bir yana İran'a saldırı fikri 'İslami faşizme' karşı 'üçüncü dünya savaşı' şeklindeki Bush'çu vizyonunun bir parçası ve ideolojik nitelikli bu savaş ancak mutlak bir zaferle bitebilir.

Ahmedinecad'ın tutumu nedeniyle daha da vahim bir hal alan İran'ın şeytanlaştırılması, ortadaki stratejinin parçası ve pekâlâ yeni bir askeri macerayla sonuçlanabilir. Bu sadece İran ve Arap dünyası için değil, aynı zamanda Batı ve özellikle de Avrupa'nın Ortadoğu'daki ilişkileri için felaket olur. Avrupa'nın yeni liderleri Nicolas Sarkozy ve Gordon Brown bunu akıllarından çıkarmazsa iyi eder.