Ne kadar da ironik. Gizlice nükleer silah geliştirdiğinden şüphelenilen bir ülkede, sert bir devrimle iktidara gelmiş olan rejimin karşısındaki en büyük tehlike, barışçıl sivil itaatsizlik.
Gündüzleri, çoğunlukla sakin sokak gösterileri, geceleri de çatılardan yankılanarak dimağlara kazınan şarkılar –şu an itibariyle- bir karşı devrim değil.
Hatta niyetleri de bu değil. Yaptıkları, İran'ın İslamî rejimini, geçen yüzyılın son çeyreğinde beş kıtayı etkisi altına alan aynı idellarle yüzleşmeye zorlamak: halk iradesinin üstünlüğü, adalet, hesap verme sorumluluğu ve iktidarın şeffaflığı.
Göstericiler başarıya ulaşamayabilir. İran'ın "Yeni Sağ"ı, yani savaşın katılaştırdığı, sarık yerine şapka takan ikinci kuşak liderler, hem siyasi iktadara hem de mevcut başkaldırıyı kontrol altına alacak fiziksel araçlara sahip. Bu, Başkan Mahmud Ahmedinecat'ın ikinci (ve son) dönemi anlamına gelebilir. Durum bu olursa, teokrasi önümüzdeki dört yıl içinde gitgide bir tugokrasiye [haydut rejim] dönüşebilir.
Ancak uzun vadede, hareketli geçen seçim kampanyası ve seçimin ardından gelen protestolar siyasal değişim isteğine meşruiyet sağladı. Bu, tam da ABD'nin, tüm Orta Doğu'da olmasını istediği şey. Öte yandan da son derece İranlı.
14 yüzyıl boyunca Şii inancının özünde tutkuyla inanmak, adaletsiz olarak algılanan durumlarda yapılan fedakarlıklar ve ilktidara kafa tutmak oldu. Şüpheli seçim sonuçları sandıkların kapanmasından sadece iki saat sonra açıklanınca insanları eyleme iten bu ilkelerdi.
Bir asır boyunca, 57 milletli İslam bloğunda çığır açan hep İranlılar oldu. 1905-1911 Anayasa Devrimi esnasında aydınlar, çarşı esnafı ve din adamlarından oluşan güçlü bir koalisyon Kaçar Hanedanı'nı anayasayı ve İran'ın ilk parlamentosunu kabul etmeye zorladı. 1953'te Başbakan Muhammed Musaddık'ın başkanlığındaki dört partili koalisyon anayasal devrimi devam ettirerek son Pehlevi şahını Roma'ya kaçmaya zorladı –ABD ve Britanya istihbaratının düzenlediği bir darbeyle tekrar tahta oturtulana kadar-. 1979'da da aydınların, esnafın ve din adamların yeni bir ittifakı sokakları harekete geçirerek yaklaşık 2.500 yıl boyunca egemenliğiuni süren hanedanlığa son verdi.
Bu hafta kuzey Hazar kıyılarından Şiraz'ın güneyine kadar ülkeyi saran öfkeli enerji, bu dizinin, 21. Yüzyılın teknolojisi ve İnternet ile harekete geçen doğal bir sonucu. Her üç aşama da İran siyasetinde silinemez izler bıraktı. Dördüncü de bırakacak.
1999 öğrenci protestoları başarısızlığa uğramıştı çünkü, toplumun tek bir kesimini kapsıyordu, liderden ve stratejiden yoksun bir kitleydi. Ancak şimdiki ayaklanmalar öğrencilerle yaptırımlar yüzünden elleri kolları bağlanmış işadamlarını, taksi şoförleriyle eski başkanları, devlet memurlarıyla milli takım futolcularını bir araya getiren bir koalisyonun oluşmakta olduğunu gösteriyor.
Kilit din adamları da sarıklarıyla ortaya atladı. 1989'da, rejimin adaletsizliklerini eleştirene kadar devrimin kurucusunun halefi sayılan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazari seçim sonuçlarını geçersiz ilan eden bir fetva yayımladı ve İranlılar'ı barışçıl protestolarla "haklarını talep etmeye" çağırdı. Güvenlik güçlerine de, kendilerini "Allah'ın önünde" suçlu duruma düşürecek olan emirleri uygulamamaları uyarısında bulundu.
Muntazari, "Bugün sansür ve haberleşme hatlarını kesmek gerçekleri gizleyemez" diye yazdı.
Kusurlarının İslam'ı yozlaştıracağı korkusuyla çoğu İslam cumhuriyetini desteklememiş olan Kutsal Kum kentindeki üst düzey din alimleri de seçimin sonucunu sevinçle karşılamadı. Kendisi de eski bir parlamenter ve din adamı olan dinî lider Ali Hamaney'in kardeşi Hadi Hamaney bile, tarafsız bir komitenin seçim sonuçlarını soruşturmasını ve halk önünde hesap verilmesini istedi. Koalisyon genişledikçe, ortadaki mesele de kimin başkan seçileceğinin çok ötesine taşıyor. İslam Cumhuriyeti'nin iki yüzü, eski Başbakan Mir Hüseyin Musavi ile Ali Hamaney birbirlerinin karşısında saf tutmuş durumda. Dinî ideolog laik teknokrata karşı. Bu iki isim son birkaç onyıl Tahran'ı gittikçe daha fazla pençesine alan bir tartışmanın simgesi: İslam Cumhuruyeti öncelikle İslamî mi öncelikle cumhuriyet mi? Başka bir deyişle, son söz Allah'ın mı insanların mı?
Tartışma bir zamanlar halkın uzağında geçiyordu. Artık öyle değil. Hamaney protestocuları hoşnut etmeyi başaramazsa, 150.000 kişilik devrim muhafızları ile 300.000 kişilik Besiç milislerinin zalim yöntemleri meşruiyetinin devamını sağlayamayacak.
Öte yandan, yüzbinlerce İranlı mevcut anayası reddetmek için değil, o anayasanın garanti altına aldığı bireysel haklarının kuvvetlendirilmesi için sokaklara döküldü.
Şimdi İran'ın kaderini tahmin etmek üzere geçmişteki uluslararası krizler gündeme getiriliyor. Musavi taraftarları, İran güvenlik güçlerinin, Çin'in Tiananmen Meydanı'ndaki sıkı önlemlerine başvurmasından korkuyor. Rejim destekçileri, başarıya ulaşması durumunda devrimlerini alaşağı etmesinden korktukları Musavi'yi Mihail Gorbaçov'a benzetiyor.
Ancak İran'da her ne olacaksa, tarzıyla ve sonuçlarıyla İran'a özgü olacak. Hareket şimdiden Şii sembolizmini akla getiriyor. Bir ölümün ardından üçüncü, yedinci ve kırkıncı günlerde anma törenleri düzenlenerek yas tutulur. 1978 yılında şahın güçleri protestocuları öldürdüğünde de bu döngü halkın öfkesini tırmandırmak üzere kullanılmıştı. Anmalar yeni çatışmalara ve daha fazla ölüme, ve yeni yas döngülerine yol açmıştı.
Musavi'nin Pazartesi günü ölenler için yas tutmak üzere Perşembe günü kitle gösterisi çağrısı yapması tesadüf değil. Ve bu döngü sadece başlangıç. En önemliler, genellikle kırkıncı günkü törenleri.
İran'ın asırlık siyasî yolculuğunun dördüncü aşamasındaki şaşırtıcı protestolar ülkeyi yeni değişimlere sürükleyecek. Tek mesele, bunun ne kadar zaman alacağı.
Los Angeles Times, 21 Haziran 2009
Kaynak: Zaman