Nuri Maliki, sekiz yıl önce Irak’ta yönetimi eline aldığı zaman, ülkenin o dönemdeki toplam petrol geliri 41 milyar dolara tekabül ediyordu. Bu oran 2013 yılında ise 86 milyar dolara kadar yükselmişti. Maliki’nin liderliğindeki Dava Partisi döneminde petrolün günlük üretimi ise başlangıçta 2 milyon varil iken 3 milyon varile yükselmişti. Yine aynı dönemde iktidar partisi üretimde verimi artırmak için önemli bir karara imza atarak uluslararası petrol şirketlerini yatırım için Irak’a çağırmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen hükümetin modern bir altyapısı yoktu ve teknik açıdan hala büyük oranda eksiklikleri vardı. Çünkü Maliki’nin uluslararası şirketler bağlamındaki girişimlerinin arkasında sebep petrol verimini artırma çabasından çok başka bir şeydi. Önümüzdeki yıllarda Irak petrol üretimine büyük etkisi olacak sebep, dünya piyasasındaki kriz nedeniyle geçtiğimiz yılın sonunda petrol fiyatlarındaki düşüşün Irak hükümetine yansıması ve Malikinin bu krizden asgari zararla kurtulma çabasıydı. Çünkü Irak lideri bu sorumluluğu kaldıracak durumda değildi.  

Irak tarihinde Maliki hükümetinin dönemi, ‘Musul harap olduktan sonra’ki dönem olarak bilinecek. Maliki dönemi, -tıpkı 2. dünya savaşında Nazilerin Avrupalı Yahudilere yaptıkları gibi- “Neonazilerin” Musul ve Ninova’da Hıristiyanlara ve Yezidilere yaptıkları toplu katliamları engelleme, zorunlu göçleri durdurma ve ülkenin önemli merkezlerine yapılan işgali püskürtmedeki başarısızlığı üzerine son buldu. Maliki devri son buldu ve Iraklılar bu dönemi okurken, Hülagü’nün tarih kitaplarına konu olan işgalini, Bağdadı yıkıp, kütüphaneleri yakıp, binlerce masum kanı döktüğünü hatırlayacaklar. Moğollar da bugün IŞİD’in Musul’da yaptıkları gibi, güçlerini kadınlar üzerinde kullanmış ve onları köle pazarlarında satmıştı. Tarih, Maliki’yi anlatırken Irak ordusunun nasıl Musul’u müdafaa edemediğini, milyarlarca doların nasıl çalınarak yolsuzluk yapıldığını, sanıkların nasıl yargılanmadan paralarla birlikte kaybolduklarını da yazacak.

Nuri Maliki, iktidarı elinden alındığı takdirde Irak halkını cehennemin kapılarını açmakla tehtid etmişti. Maliki belki de ömrünün sonuna kadar Irak başbakanı olarak kalmayı hatta bu görevi veraset sistemine dönüştürmeyi planlıyordu. Irak ekonomisi deyince akla ilk ve tek gelen şüphesiz petrol. Ancak zihinleri meşgul eden, Irakta 2003 yılından bu yana petrol ve doğal gazla ilgili hiçbir kanunun yapılmadığı. Ülkede siyasi kaosun hiç bitmemesi ve toplumsal birliğin olmadığı göz önünde bulundurulduğunda bunun doğal olduğu söylenebilir. Peki, öyleyse Irak, anayasada belirtildiği gibi federal bir devlet mi yoksa merkezi mi? Ülkenin tüm taraflarının ideolojilerini itibara alan ve orta yolu takip eden ortak bir siyasi irade var mı, yoksa Kürtlerin Irakta bağımsızlık elde etme talepleri gibi irade yalnızca bazılarının niyetleri arkasında mı gizli?

2005 yılında federal anayasal sistem için yapılan halkoylamasına rağmen, Irak halkının zihninin derinliğinde bu soruların çözümü bulunmuş değil. Siyasi liderler arasında toplumsal bir sözleşmenin olmamasının büyük ölçüde petrol üretimine zarar verdiği aşikar. Petrolden yıllık elde edilen üretim milyarlarca dolar olsa da, Maliki hükümetinde yer alan siyasiler arasındaki uyum problemi yüzünden Irakta şu ana kadar modern ve istikrarlı bir devlet inşası gerçekleştirilemedi. Ortada belirgin bir anlaşmanın olmaması nedeniyle petrol uzmanları sektörde bir başarı elde edemediler. Çünkü hala devletin federal mi yoksa merkezi mi olduğu sorusuna bir cevap bulunamadı.

Irak siyasetini on yıllardır bulanıklaştıran çözümsüzlükler ve görüş ayrılıkları ile vakit kaybından başka bir işe yaramayan bir o kadar da akim kalan siyasi tartışmalar, devletin başarısızlığının en önemli nedeni. 2007 den beri süre giden bu tartışmalar, Bağdat yönetimi ile bölgesel yönetimler arasında ikili ilişkilerin zeminini oturtmak ve yeki ve sorumlulukların dağılımı için gereken reformlar konusunda meclisten çıkması gereken petrol ve doğalgaz yasasının da önünde büyük engeller teşkil etti. Petrol anlaşmazlıklarının yol açtığı sorunlar ise sadece ülkeyi bölmeyi hedefleyen ve bu zayıflıktan faydalanmak için fırsat kollayan silahlı grupların işine yaradı denilebilir.

Hazırlanan yasa tasarısına göre, petrol ve gazın mülkiyeti hiçbir bölgesel ayrım yapılmadan Irak halkının tümüne aittir. Bunun yanı sıra bölgesel yönetimler ve merkezi hükümetin sorumlularından oluşan bir petrol bakanlığı öngörülmektedir. Petrol bakanlığı, bölgesel yönetimlerin yetkililerinin ve merkezi hükümetin yetkililerinin iş birliği ve koordinasyonu çerçevesinde ülkenin tümünün çıkarlarını kapsayacak gerekli kararları alır. Tasarının birçok maddesinde hükümetin, petrol sanayisi için proje üretmekle ve bunu uygulamakla sorumlu olduğu geçer. Tabi ki bunu da yine taraflarla alacağı ortak kararlar çerçevesinde hayata geçirir. Ayrıca merkezi hükümet, hiçbir ayrım yapmadan gerektiğinde taraflara özel fon oluşturmakla da yükümlüdür. Bu aynı zamanda tarafların Iraktan beklentilerinin ne olduğunu tam olarak tespit etmek için de gereklidir. Yani, hedef yalnızca Irak’ın doğal kaynaklarından faydalanıp ilerde bağımsızlığını kazanıp ülkeden kopmak mıdır, yoksa birlik duygusu içinde mi hareket edilmektedir. Eğer ilki geçerliyse, bu Erbil- Bağdat arasında sürekliliğini koruyan bir kriz demektir ki Irak petrol sanayisini geliştirmek ve diğer bölgelere yayılan tehditleri engellemek böyle bir ortamda söz konusu bile olamaz. İşte o zaman da tek alternatif ise, belki de uluslararası mahkemelere başvurmak olacaktır.

Konuyla ilgili olarak, Irak’ın başından şu ana kadar başından iki tecrübe geçti. İlki, 1950’lerde petrol gelirlerini memurların maaşları, emeklilerin aylıkları gibi kamu harcamaları için kullanmak veya halka elektrik, su gibi temel ihtiyaçlar sağlamak yerine özenli bir şekilde alt yapı projelerine ayırmak olmuştu. İkincisi ise, Irak kapalı bir coğrafyaya sahip olduğu için komşu ülkelerle savaşmaktan kaçınması için iyi bir diplomasiye ihtiyaç duyuyordu. Çünkü hiçbir ülke uzun süre petrol ihracatını kapalı tutamaz ve diplomasi olmadan ihracat da olmazdı.

Petrol yasası üzerindeki anlaşmazlıkların, çıkar çatışmalarıyla paralel olduğu bir gerçek ancak bu durum hiçbir zaman üretimin artmasına olan ihtiyacın ve bu bağlamda uluslararası şirketlerin yatırım yapmaları için ülkeye davet edilmemelerinin önünde bir mazeret teşkil edemez. Mevcut durum siyasi krizlerin devam ettiğini gösterdiğine göre Irak önümüzdeki yılarda da pek çok sorunla karşı kaşıya kalacak. Petrol yasasının olmayışı, Irak ordusunun olmayışıyla hemen hemen aynı anlamı taşıyor. Eğer Irak 2003 ten beri vakit kaybından başka bir işe yaramayan aynı politik tartışmaları sürdürmeye devam ederse, ülkede hükümetin değişmesi hiçbir zaman bir çözüm sağlamayacak ve belki de malikinin korkuttuğu gibi cehennemin kapıları gerçekten açılacak.

Kaynak: Al Hayat
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız