Tom Shadyac adlı yönetmenin, iyiden iyiye sardırdığı holistik komediler yapma eğiliminin son halkası: Evan Almighty-Aman Tanrım. Doğrusu çeviri Aman Allahım da olsa, insan böyle bir filmden bahsederken 'Tanrı' kelimesini kullanmak zorunda.
Çünkü malum, bizim Allah tasavvurumuz, cinsiyetten, etnik kökenden ve dahi insan ile özdeşleştirilme, insana benzetilme gibi arayüzlerden muaftır. Doğadaki varlıkları ve Yaratıcı'yı insana benzeterek, ona insani anlamlar atfederek algılama çabası (antropomorfizm), Hıristiyanlıktaki 'Tanrı'da ve dahi çok tanrılı diğer dinlerde gözle görülür açıklıkta iken, İslam 'Allah'ı anlama çabamızda esma-ül hüsna'yı, Allah'ın sıfatlarını öne çıkarır. Dolayısıyla 'Allah' dediğimizde, kadın ya da erkek, beyaz ya da siyah, Çinli ya da Hindu bir insanı tahayyül etmeyiz.

Bu ve bunun gibi farklardan ötürü, hangi dinden olursa olsun insanlığın yöneldiği, dua ettiği bir yaratıcı temasının kastedildiği anlarda 'Tanrı' kelimesini uygun bulurum; İslam ile şereflenmişlerin Rabb'inden bahsederken de 'Allah' demek ilzam eder diye düşünürüm. Tümüyle kişisel bir ayrım, ama zaman zaman okuyucuların sorduğu 'neden Tanrı dediniz de Allah demediniz' sorusunun cevabını da bu vesileyle vermek istedim.

Zira konumuz, tam da Hıristiyanlığın duygu ve düşünce dünyasına göre tasarlanmış, bir yandan da ırkçılığa ve 'Tanrı beyazdır!' sapmasına meydan okuyacak şekilde kurgulanmış, insan suretindeki bir Tanrı ve onun ilişkiye geçtiği bir ademoğlu.

Evan Baxter'i 2003 yılında izlediğimiz ilk 'Aman Tanrım'dan hatırlıyoruz. Şimdi televizyonculuğu bırakmış, siyasete atılmış, büyük güzel bir ev almış ve biyolojik dengeyi bozmak pahasına ne kadar bina, getto, bilmem ne merkezi inşa etmek isteyen çevre düşmanı varsa hepsiyle, hatta en mühimleriyle dostluk kurmuş durumdadır. Tam da önemli tasarılara imza atmasının beklendiği bir dönemde, tuhaf şeyler olmaya başlar. Kapısının önüne sipariş etmediği yapı malzemeleri yığılmaya başlar. Ve Morgan Freeman kılığında 'Tanrı' çıkagelir; 'bir gemi yapmanı istiyorum' der; 'Tufan olacak'. Tanrı'ya direnmek ne mümkün. Sakalı kestiği yerden 1. sn. içinde uzamakta, kuşlar, rakunlar, koçların eşlik ettiği bir konvoyla işe gitmekte, banyosuna bir adet 'peygamber' libası ve hatta asa bırakılmakta. Çare yok, gemi yapılacak. Morgan Freeman'ın verdiği 'aptallar için gemi yapımı' kitabına bakarak, oğullardan da yardım alınacak. Fakat pek tabii, her pazar kiliseye gittiği fena halde hikaye olan güya dindar Amerikan toplumu 'Tanrı' kelimesini duyduğu anda alay etmeye başlayacak. Neyse ki bu, özde mizah üzerinden 'dini içerikli mesajlar' verme filmi ve 'Tanrı' da mizah duygusuna ve çevre duyarlılığına sahip biri. Evan'ın teslimiyeti araya gitmiyor, ve 'gerçek erdem, karşılıksız vermektir' gibi, tüketim toplumunun çok anlamayacağı, ama anlarsa iyi edeceği bir noktaya geliniyor.

Mizah düzeyi ilkine oranla çok çok zayıf olan film, mesaj yükü açısından da naif. Fakat es geçilmemesi gereken diyaloglar da var. Morgan Freeman suretindeki Tanrı, delirdiğini düşündüğü kocası Evan'ı terk eden kadının karşısına çıkıp babacan bir garsonmuş gibi öğüt veriyor. 'Dualarında istediğin şeyler nasıl gerçekleşti hiç düşündün mü?' diyor. 'Tanrı'dan cesaret istersin, o cesaretin kendisini değil cesaretini kanıtlaman için fırsat yaratır, Tanrı'dan aşk istersin, o aşkı bilmeni sağlayacak bir ortam yaratır, Tanrı'ya iyi bir aile olabilmek için dua edersin, o ailene duyduğun sevgiyi ve bağlılığı göstermeni sağlayacak bir imkan yaratır.'

Üzücü bir soru filmi izlerken hep devrede kalıyor: Modern toplumun yaratıcı fikrine yeniden 'sempati' duymasını sağlamak için bir sürü komiklik yapmak mı gerekiyor? Eğer öyleyse durum sahiden hazin.

Bu bakıma film bizim 'buralarda' hâlâ ne çok iyi şey olduğunun delili. Gerektiği gibi yaşanamıyor belki ama, buralarda dini din gibi, Allah'ı da dinin söylediği gibi 'algılamak' hâlâ mümkün. Az şey mi?

 
Kaynak: Zaman