Davos marka turnusol kâğıdı; hem ekonomik, hem pratik...

 

Davos racon gördü.
Başbakan Erdoğan iktidara geldi geleli pek çok önemli olaya, icraata imza atmış olabilir. Ama her dem fonda duran ve ne işe yaradığını hemen hiç anlamadığım Kasımpaşalılık vurgusunun ilk kez yerini bulduğunu, cukkk oturduğunu, sahnenin ortasındaki masanın üstünde öylece duran ve hikâyedeki sırası bir türlü gelmeyen o silahın, sonunda ve doğru karede patladığını söyleyebiliriz. Yazılsa bu kadar iyi olurdu; buradan da anlayabiliriz ki, yazılmamıştı. Silahın patladığı sahnede, silah bile kendini unutmuştu. Patladı ve hatırladık. Uluslararası ilişkiler, diplomasi ve siyasetin çok uzun zaman önce insandan koptuğunu. Asıl şok verici olan da bu hatırlamaydı. Milletlerin insandan, insan tekinden, insan topluluklarından, insana özgü duyarlılıklardan kopmuş politikalarla, oyunlarla, körler sağırlar birbirini ağırlar yüzsüzlüğü ile temsil edilmekte olduğu gerçeğinin kabak gibi ortaya çıkması... Kelime oyunu yapmaya hevesli olanlar için, "Ne yani dış politika insaniliği unutmuştu da işler hayvanilik üzerinden mi yürüyordu?" diye buyuran lafü güzaf gurmelerine de hatırlatalım; insaniliğin zıddı hayvanilik değildir; caniliktir. Bu noktada denilebilir ki, Erdoğan, diplomasiye ve siyasete yitirdikleri bir değeri iade etmiştir. Yine denilebilir ki, Türkiye bu çıkışıyla Arap-İsrail savaşına müdahil olmuş değildir, insanlık ve canilik çatışmasında taraf olmuştur. İnsanlık adına konuşmuştur. Bu kadar açıktır mevzu, en başından beri.

En kötü haydut, saygı bekleyen hayduttur. En kötü katil, öldürdüm, pişmanım diyen değil, 'öldürdüm ve maktulün omuriliğinden yaptığım tesbihi satmak için düzenlediğim müzayedeyi 1 milyon dolardan açıyorum, hele bir bakın, sanatımı takdir edin' diyendir.

Yok artık.

Yok mu 'yok artık diyebilecek biri' derken bütün dünya, bütün dünyanın seçeneğini 'insanlıktan' yana kullanan halkları, Erdoğan nezdinde bir ihtimalin daha 'var' olduğunu, 'birinin olduğunu' gördü. Bu beklenebilir ve olması gereken olsa da, olagelen ve mutabakatlara uygun düşen tavır değildi, diplomasiyi seçkinler briç kulübüne dönüştürmüş olanların kızgınlığı bundan. 'Biz böyle iyidik' kızgınlığı bu. Konfor bozuldu. Davranış paterni yara aldı.

Tayyip Erdoğan ne zaman iyi ya da kötü mantıklı bir şey yapsa, hesap kitap yapmakla, siyasi şovla, seçimlerde kullanılacak malzeme imal etmekle suçlanır; ne zaman iyi ya da kötü içten ama fevri, hesapsız kitapsız bir çıkış yapsa bu kez de kendisine öfke kontrolü öneren ve duygusallığını dile dolayan görüşlere maruz kalır. 'Mesele adam öldürmekse siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz, tankımın üzerinde Filistin'e girdiğim zaman kendimi mutlu hissediyorum, diyen başbakanlarınız vardır.' cümlelerini Obama kurmuş olsaydı, 'bravo!' diyecek kişilerin durumunu Haşmet Babağolu 31 Ocak tarihli yazısında pek güzel teşhis etti. Hastalığın adı samimiyetsizlik. Hatta biraz daha ileri gidelim: Samimiyetsizlikte samimi olma hali bu.

Samimiyet erdeminden nasiplenme düzeyleri 'tığ teber şahi merdan' özlü sözüyle özetlenebilecek olan bu zevatın geçemedikleri sınavları bir yana bırakıp Erdoğan'ı 'tutarlılık testine' tabi tutmaları gülünç... Efendim neymiş, Başbakan insani tutuma o kadar önem veriyorsa önce Kürt sorununu çözsünmüş. Türkiye'de AK Parti iktidarı ile başlamamış olan bir sorunun salt AK Parti'ye bağlı olmayan çözümü, neden 10 günde 1.000 ölü gibi inanılmaz bir zulüm denklemine itiraz etmeyi imkânsız kılacak, belli değil. Bu soruyu soranlar da mana peşinde değiller zaten, görevlerini yapıyorlar. İsrail sadece temizlik malzemeleri ve gıda zincirleriyle çember içine almıyor bizi, her düzeyden ve sektörden gönüllüleri ile de her aşamada farklı derecede etkin olabilecek bir Siyonist baskı unsuru oluşturuyor. Kendinden çok emin ve iddialı üstelik. 'Davos'ta toz kaldırdın da ne oldu, benim sırtım sağlam' demeye getiren Haaretz gazetesinin manşeti tüyler ürpertici değil miydi?

Ne diyordu İsrailli Haaretz? 'İsrail terörist ya da değil, Türkiye'ye insansız uçak satmaya devam edecek!' Erdoğan'ın Kasımpaşalılığına dikkat çekmekten yorulmayanlar biraz da manşetin kabadayılığına baksalar ya. Bakmazlar, bizim sözümüz de zaten, nereye bakacağını şaşıran masum izleyiciye.

Zaman