Yaşadığımız seçimler bu topraklarda çok ender gözüken bir davranış kalıbını gündeme getirdi: Bazı insanlar kendi kimliklerini aşan bir perspektif içinde siyasete baktılar ve söz konusu bakışın ima ettiği yönde oy kullandılar.
Dolayısıyla bu insanlar daha önce alışılagelmiş oy verme davranışının dışına çıktıkları gibi, kendi kimliklerini paylaşan başka insanlarla da ters düştüler. Somuta indirgersek, gözlemlenmesi ve ölçülmesi açısından kolaylık taşıyan iki grubun, yani Ermeni cemaatinin ve genelde 'demokratlar' diye anılan içeriği tam tanımlanmamış bir seçmen grubunun, bu seçimlerde kendilerinden geleneksel olarak beklenen oy verme davranışının dışına çıkarak AKP'ye oy verdiklerini görüyoruz.
Bu durumun Ermeni cemaati açısından açıklaması çok zor gözükmüyor. Sonuçta kültürel farklılıklara bakış, vakıf malları, misyonerler gibi birçok konu karşısında AKP'nin tavrının çok daha özgürlükçü ve demokratça olduğu açık. Bu anlamda Ermeni cemaati Türkiye halkının genelinde yerleşik olan kanıyı paylaşıyor: Buna göre AKP birçok reformu hayata geçirmek istiyor; ama engelleniyor... Diğer bir deyişle AKP 'iyi niyetli' ve 'samimi' bir parti, oysa diğerleri değil... Ermeni cemaatinin, etnik Türk milliyetçiliğinin yükselmesi ve gayrimüslimleri dışlayıcı tavrı nedeniyle zaten MHP'ye oy vermesi düşünülemeyeceğine göre, geriye esas olarak CHP kalıyor. Ne var ki bu parti de bir kenarında Cumhurbaşkanı'nın, öteki kenarında askeriyenin oturduğu bir direnç üçgeninin diğer kenarını oluşturmakta.
AKP'ye oy veren laik demokratlar...
Dolayısıyla en azından son dönem performansıyla, CHP Türkiye'de devletçi bir içe kapanmanın taşıyıcısı konumunda. Bu ise Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini elzem gören Ermeni cemaati açısından kabul edilemez bir tercih. Böylece barajı aşma ihtimali olan eldeki siyasi partiler arasında tek rasyonel tercihin AKP olduğu ortaya çıkıyor. Mesele, böyle bir karar aşamasında siyasi rasyonalitenin mi, yoksa geleneksel tutumların mı galebe çalacağıdır. Bu açıdan son seçimlerde Ermeni cemaati bir 'sürpriz' yaparak, kimliksel mesafeleri aşan bir 'vatandaşlık' duruşu sergilemiş, kendi sorunlarına çözüm ararken, Türkiye'yi de sahiplenmiş gözüküyor.
Ancak asıl ilginç olan ve önümüzdeki dönemde sıklıkla tartışma gündemini belirleyeceği anlaşılan yenilik, laik kesim içinde 'demokratlar' denen grubun ilk kez AKP'ye oy vermesi ve bu tercihin bireysel tutumu aşan bir anlam ifade etmesidir. Geçmiş seçimlerde genellikle CHP, küçük sol partiler ve Kürt kimliğine dayalı siyasi hareketler arasında dağılmış olan bu oyların, yaşadığımız konjonktürde AKP etrafında bütünleşmesi önemli bir olgu. Söz konusu sonuç gerçekte adım adım ortaya çıktı. Çünkü seçimden birkaç ay öncesine gidildiğinde, yaşanmakta olan dinamik söz konusu kesimin CHP'den ve genelde laik cemaatten uzaklaşmasıydı sadece. Böylece ortaya kentli, eğitimli, laik duyarlılıklara sahip; ama aynı zamanda CHP türü siyaseti utanç verici ve itici bulan, Türkiye'nin geleceğinin daha özgürlükçü olmasını isteyen bir grup çıktı.
Anketlerde kararsız olarak gözükenler içinde önemli bir yere sahip olduğunu şimdi geriye dönüp baktığımızda daha net algılayabileceğimiz bu grubun, genel kararsızlardan bir farkı vardı: Genelde kararsızlar iki parti arasında kime oy vereceğini bilemeyenlerden oluşur. Oysa CHP'den uzaklaşmış ve bir anlamda 'özgürleşmiş' olan kararsızların gidebileceği bir adres yoktu. Dolayısıyla aslında verilmesi gereken karar siyasete müdahil olup olmama kararıydı. Ve tam bu süreç yaşanırken art arda 'kör gözüm parmağına' gelişmeler yaşandı... Anayasa Mahkemesi Meclis açılış oturumu için 367 oy gerektiğinden hareketle cumhurbaşkanlığı seçimini kadük etti, TSK internet sitesinde muhtıra yayınladı. Bazı askerî yetkililerin ABD'deki Hudson Enstitüsü'ndeki bir toplantıda şiddet provokasyonuna dayanan bir senaryonun tartışılmasına katıldıkları ortaya çıktı...
Bu tablo, Türkiye'de bürokrasinin sanki bir siyasi parti imiş gibi siyasete müdahil olduğunun ve ülkeyi askerî vesayet altında bir otoriter rejime sürüklemek istediğinin delili olarak algılandığı ölçüde; kararsızları da 'kararlı' hale getirdi. Hele tüm diğer partilerin de söz konusu senaryonun destekçiliğine soyunmuş gözükmeleri, AKP'yi demokrasinin tek temsilcisi kıldı. CHP'den uzaklaşmanın laik duyarlılık içinde 'demokrat' bir kapı araladığını düşünecek olursak, bürokrasinin tutumunun bu aralanan kapıyı iyice açtığını söyleyebiliriz. Sonuçta eldeki verilere oturttuğumuzda, spekülatif olmak zorunda olunsa da, bu seçimde AKP'ye oy veren söz konusu 'demokrat' laiklerin en az % 3, en fazla % 6 oranında olduğunu tahmin edebiliriz.
Burada önemli olan rakam değil, laik kesimdeki niteliksel ayrışmadır. Anlaşılıyor ki artık laik kesimin içinde bir bölüm insan, kimliksel duyarlılıklarını reddetmeseler de, Türkiye'nin demokrasi süreci açısından o kimliği aşan bir tutum sergilemeye hazır. Bunun anlamı şudur: Önümüzdeki dönemde, resmî ideolojinin meşruiyet arayışı nedeniyle dayandığı ve devletçi siyaseti pekiştirmek üzere beslediği 'homojen' bir laik kesimle karşı karşıya olmayacağız. Laik kesim demokratlık üzerinden bir kırılma yaşıyor ve bu kırılma, özgürlükçü bir toplumsal yapıyı hedefleyen yeni bir toplumsal koalisyonun ayaklarından biri olacak. Söylemeye gerek yok ki, bu koalisyonun diğer ayaklarının ise İslami kesimden ve Kürtlerin içinden çıkması gerekecek. Aksi halde salt laik kesimin 'demokratları' ile otoriter rejime direnmek çok kolay olmayabilir.
Devletin demokratik dönüşümü
Bu noktada önemli bir nüansa da dikkat çekmekte yarar var... Laik kesimde birçok kişi tamamen sol alışkanlığın eseri olarak kendilerine 'demokrat' demekteler. Oysa ne laiklerin ne de genelde solun pek 'demokrat' denecek özellikleri yok. Özel hayatta daha modern olmanın, inançları bireysel düzlemde ele almanın, bazı farklılıklara razı gelmenin demokratlıkla hiçbir ilgisi bulunmuyor çünkü... Demokratlık, modernliğin de ne denli antidemokratik olduğunu görmekle, inanç dahil her türlü anlayışın kamusal alanda hak sahibi olduğunu anlamakla ve farklılıkları davet eden bir yaklaşımı savunmakla ilintilidir.
Son seçimlerde kendi kültürel kimliklerini aşarak AKP'ye oy verenler bu yönde bir adım attılar; ama bu hâlâ çok küçük bir adım... Gözlemlemekte olduğumuz 'demokratlık' yanlış olanı görmek ve ona itiraz etmekle ilgili. Askerî vesayeti istemeyenlerin, devletçilik altında siyaset oyunu oynayanlardan utanç duyanların demokratlığa doğru kaymaları kıymetli bir gelişme; ama kendimizi de kandırmamakta yarar var. Çünkü biz henüz demokrat değiliz! Verdiğimiz oylar eğer rejimin otoriterleştirilmesine tepki olarak değil de, Türkiye toplumunun içsel zenginliğinin ortaya çıkması için verilebilirse bir gün, o zaman demokratlığa doğru gerçek bir adım atmışız demektir. Çünkü Türkiye'nin demokratlaşması rejimin niteliğinin değişmesiyle sınırlı kalamaz. Esas demokratlaşma kendimize benzemeyeni yanımıza çağırdığımızda ve onunla birlikte düşünmeyi öğrendiğimizde ortaya çıkabilir. Laik kesim henüz bu noktada değil... Ama o yöne doğru önemli ve anlamlı bir adım atıldı. Bundan böyle laik kesimi cemaatleştirme yoluyla yürütülen manipülasyonların başarılı olması çok daha güç. Çünkü laiklerin artık cemaat gibi davranmayacakları ve hele resmî ideolojinin varsaydığı, devlet bağımlılığı içindeki 'makbul' cemaat tavrını sergilemeyecekleri anlaşılıyor. Kısacası laik kesimin değişim eğilimleri darbe yapmayı hem giderek olanaksız hem de gayri meşru kılıyor. Umarız bu zihinsel 'temizlik' demokratlık yolunda yürümek isteyen nice farklı kimlikten insanın yolunu kolaylaştırır.
Kaynak: Zaman