Dünkü (4 Mayıs Pazar) yazımda 'Bize ne lazım?' gibi bir başlık kullandım ve hemen arkasından da hiç beklenmedik bir konjonktürde içine düşülen kriz ortamının kalıcı bir biçimde aşılabilmesi için neler yapmamız gerektiğini tartışmaya açmaya gayret ettim.
Her şeyin başı, alfabesi yurttaşların her türlü çözüm önerilerinin ve bu önerilerin gereklerinin özgürce tartışılabildiği bir ortam yaratmak; şiddet övgü ve çağrısı dışında kalan görüşleri sakıncalı bulan, siyasi ve toplumsal platformlarda tartışılmasını engelleyenler, engellemek isteyenler bu ülkenin, isterseniz cumhuriyet de diyebilirsiniz en büyük karşıtları olacaklar.
Şiddet içermeyen ifade özgürlüğünün her türlü tartışmanın özünde ve temelinde olmasının yegane nedeni bir siyasal ütopya değil zira özgürce tartışma ortamlarının yaratılmadığı yerlerde toplum enerjisini açığa çıkaramıyor ve böylece ülkeler de 'kapasite altı' çalışma durumunda kalıyorlar; yani ifade özgürlüğünün genişliği, adeta mutlaklığı (şiddet çağrısı haricinde) bir pratik siyasal gereklilik.
Eski yıllarda, eski ekonomide yani üretimin daha türdeş olduğu, yaratıcılığa olan gereksinimin daha sınırlı olduğu dönemde ifade özgürlüğü yine gerekliydi ama daha az pratiğe, daha çok entelektüalizme yönelik bir kavram idi; bugün ise çeşitlilik ve bu çeşitliliğin olmaz ise olmazı ifade özgürlüğünün şiddet çağrısı dışında mutlaklığı artık üretimin yani zenginliğin bir ön koşulu haline gelmiş durumda.
Önce bir hedef, isterseniz bir ütopya tanımlamak durumundasınız; bu hedef doğal olarak sizin dünyaya nasıl baktığnıza, çocuklarınızın nasıl bir Türkiye'de yaşamalarını isteyeceğinize bağlı bir şey.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının önünde tam on beş sene sonra önemli bir tarih var, onbeş sene sonra yani 2023 senesinde Cumhuriyet'in yüzüncü senesini ya kıvançla, mutlulukla kutlayacağız ya da belirli kriterler bazında yüz seneyi heba ettiğimizi düşüneceğiz ve hayıflanacağız.
Kıvançla kutlama ya da koskoca bir asrı heba etmiş olmanın ezikliği belirli hedeflere ulaşmanın ya da ıskalamanın bir sonucu olarak yaşanacak; bu aşamada da insanların dünyaya büyük, yüksek çıtalar koyarak ya da çok mütevazi hedeflerle yaklaşmasının önemi devreye giriyor.
Bireyler özel hayatlarında daha mütevazi, daha sade hedeflerle uyumlu yaşayabilirler, bu tercih çok da insani, daha asil bir tercih olabilir; ancak, kamusal ve siyasi yaşamda yurttaşların kendi ülkelerine yönelik çok minimalist yani az ile yetinen bir pozisyon almalarında büyük sakıncalar mevcut zira söz konusu olan çocukların, başkalarının çocuklarının geleceği.
2023 senesi için laiklik ve toprak bütünlüğünü (yanlış bir ifadeyle üniter yapıyı) hedef olarak tanımlayanlara rastlıyoruz ve bendeniz bu tür bir hedeflemeyi çok acıklı buluyorum zira 2023 için biraz da endişeli bir biçimde konan bu hedeflerin aslında 1920'lerde ulaşılan hedefler olduğunu düşündüğünüzde bir toplumun kendine Cumhuriyet'in yüzüncü senesinde aynı Cumhuriyet'in hemen başında ulaşılan değerleri hedef olarak görmesi kelimenin gerçek anlamıyla acıklı.
2023 senesi için bizlerin hedefi, AB tam üyesi bir Türkiye'nin 2023'e kişi başına gelirde, eğitim ve sağlıkta Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı sıralamasında ilk elli içinde girebilmesi.
Bir toplumun, ülkenin hedefi doğal olarak ikincisidir yani kişi başına gelirde, eğitim ve sağlıkta ilk sıralarda bulunmaktır (undp sıralamasında ilk elli içinde olmak bizim için yapılabilir ama iddialı bir hedef), AB tam üyeliği gibi hedefler yukarıda koşulları belirlenen kalıcı refah sağlanmış ise şart olmayabilir ama Türkiye'de AB tam üyeliği olmaksızın bu refah hedefinin tutturulabilirliği adeta imkansızdır; son aylarda yaşananlar herkese ama görmek ve duymak isteyenlere bu gerçeği bir kez daha göstermiştir.
Yarınki yazımda da 2023 için koymaya çalıştığım bu hedeflerin neden çok önemli olduğunu ve şayet yerim kalırsa da bu hedeflere ulaşmak için çağdaş reform süreçlerinden geçen yol haritasına değinmek istiyorum.
Kaynak: Star