"Bir insanın anavatanı çocukluğudur" diyor kıymetli insan Doğan Cüceloğlu. Anavatanınızı ne kadar tanıyorsunuz?
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Sevilmiş, ilgi görmüş, ihmal edilmiş, anne baba sorunları, geçim sıkıntıları, kardeş kıskançlıkları ile büyümüş; kıyaslanmış, şiddet görmüş, gurur duyulmuş, hep problem olmuş… Nasıl bir çocuktunuz? Çekingen, öfkeli, yalnız, girişken, sabırsız, uyumlu, yok gibi…
Çoğumuz doğduğumuz evi, sokağımızı, ilk oyuncaklarımızı, oyun arkadaşlarımızı, çocukluğumuzu hep merak ederiz. Anne babamızdan, elinde büyüdüğümüz insanlardan kendimizi dinlemeye bayılırız. İyi bir çocuk olduğumuzu duymayı, güzel şeyleri hatırlamayı, yaşarken zor da olsa geriye dönüp baktığımızda çocukluğumuzun iyi geçmiş olmasını dileriz. Dizine yatırıp, saçımızı okşayacak bir elin bize çocukluğumuzu anlatmasını isteriz.
Doğduğu andan itibaren bir çocuğu sağlıklı büyüten şey ilgi ve sevgidir. İhmal edilmiş, terk edilmiş bir çocukluk geçirmiş yetişkinler kendi çocukluklarını hatırlamak istemezler. Çünkü kendisini savunamayacak kadar küçük bir çocuğa yapılan her türlü haksızlık, şahit olanları öfkelendirir. Hele o savunmasız çocuk bizsek, çocukluğumuzla göz göze gelmekten daha çok kaçarız. Onu koruyamadığımız, yediğimiz tokada engel olamadığımız, başkalarının yanında aşağılanmaktan kaçamadığımız, yapılan kıyaslamalara sessiz kaldığımız için kendimize daha çok kızarız.
Yıllar geçse de aldığımız yaraların izleri kolay geçmez. Karşılaştığımız her yeni durumda, çocukluğumuzdan miras kalan ne varsa, öğrendiğimiz gibi uygularız. Duygularımız hep bastırılmışsa sesimizi çıkartmaz susar, sorunlarımız hep görmezden gelinmişse suçlu hisseder içimize atarız. Kavga çıkmasın diye herkesi idare eder, biri bizi eleştirecek diye tir tir titreriz. Kendimizden daha iyi olduğuna inandığımız insanların yanında heyecanlanır, içten içe onlar gibi olamadığımız için hayıflanırız. Bazen de zarar görmemek için kalın duvarlar örer, elini uzatanı iter kaçarız. Birine kendimizi biraz yakın hissetsek bizi çözecek, zayıf yanlarımızı açığa çıkaracak, sömürecek, kullanacak sanırız.
Bugün yaşadığımız olaylara bile, bizde hangi duyguyu açığa çıkarıyorsa, çocuk aklımızla ne anlamışsak oradan bakarız. Büyürüz elbette yaş aldıkça, yaşadıkça dersler de çıkarırız. Ancak kendi çocukluğumuzla barışmazsak, kendimizi sevmez, kendimize şefkat gösteremezsek hep en başa sararız.
Çünkü biliriz ki insanın hayata baktığı pencere çocuk odasından açılıyor. Bugün yüzleşemediğimiz, kaçındığımız, içinden çıkamadığımız pek çok sorun çocukluğumuzdan izler taşıyor. Bu yüzden almadığımız sevgiyi, görmediğimiz ilgiyi, hissetmediğimiz değeri veremiyoruz. Şefkatli bir elde büyümemişsek acımasız, hoşgörülü bir ailede yetişmemişsek sabırsız oluyoruz. İçine doğduğumuz aileyi biz seçemiyoruz. Ancak anne babamızın davranışlarının bizi kuşatmasına da engel olamıyoruz. Korkaklığımız, kendimizi beceriksiz hissetmemiz, iyi ve güzel olan ne varsa hep başkalarına layık görüşümüz bundan.
Hiç birimizin kendi ailemizi seçme şansımız olmadı. Aklımız başımıza geldiğinde de pek çok şey için iş işten geçmişti. O zaman şunu sorabilirsiniz. Bizim elimizde olmayan şeylerin bizi bu kadar etkilemesine izin vermemek mümkün mü?
Eğer canınız yandığında kendinizi küçük bir çocuk gibi çaresiz, içine çekilmiş ya da hırçın, saldırgan hissediyorsanız şu öneriye kulak verin:
Çocukluğunuza ait bir fotoğraf bulmaya çalışın. Yırtılmış, sararmış olsun fark etmez. Fotoğraftaki küçük çocuğun gözlerine baktığınızda, size ihtiyacınız olanı söyleyecek. “Yalnızım, çaresiz hissediyorum, şefkate ihtiyacım var”… ya da “öfkeliyim, anlaşılmamış hissediyorum, korkularım var” diyecek. Geçmişi geri döndüremezsiniz ama zaman zaman o çocuğun gözlerine bakıp, “seni anlıyorum, her şey yoluna girecek, ben seninleyim” diyebilirsiniz. Kaç yaşında olursanız olsun bugün yaşadığınız sorunların cevabını o çocuktan alabilirsiniz. Çantanızda, cüzdanınızda taşıyın o çocuğu. Bazen kendinizi mutlu hissettiğinizde, bazen sorunların içinde kaybolduğunuzu fark ettiğinizde ona bakın. Fotoğraftaki çocuğa şefkatle yaklaştığınızda, onun korkularını yatıştırdığınızda kendinizle mücadeleniz de bitecek. “Neden yeterince iyi değilim, neden herkesle sorun yaşıyorum, insanlar neden beni anlamıyor” şikayetleriniz zamanla geçecek.
Zaman zaman çocuk odanızın penceresinden bakın hayatınıza. Çocukluğunuzla barışın. Çünkü şairin dediği gibi: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor!”