Cumhurbaşkanı'nın Güneydoğu gezisi elbette farklı yorumlarla değerlendirilebilir.
Ama en çarpıcı yorum DTP'den geldi. Yorum da değildi aslında. Bir derin korku… Bir kaybediş… Bir debeleniş… İlgiye elverişsizliğin yarattığı endişe… Siyasete yetmezliğin yarattığı insanlık bunalımı… Çirkinlik… Çirkeflik… Yüzleşmeden kaçan bir yüzsüzlük… Kürtlükten başka hiçbir insani meziyete sahip olamamanın telkin ettiği bir hezeyan… Ve aslında toplamda bir kalitesizlik…
Bu yorum, Cumhurbaşkanı'nın güneydoğu gezisini hangi sıfatla yapacağıydı…
Başkomutan sıfatıyla mı gidecekti, yoksa cumhurun başı olarak mı?
Hangi sıfatla giderse gitsin DTP'nin de uzvu olduğu bir bünyenin başı olarak gittiği ortada. Apo'dan başka baş tanımayan kurukafa siyasetinin üretebileceği yorum elbette bundan başka bir şey olamazdı. Ama tamamıyla haksız ve gereksiz olduğunu söylemek de doğru olmayacaktır. Sözün sahibine göre anlam kazandığı gerçeğinden hareket edilirse, bu söz, sahibini aşan ve tiksinti veren bir akl-ı adinin ürünüdür.
Keçeleşmiş saçlarındaki hapishane bitleri henüz tahliye olmadan meclise giren ve Kürt halkını içtima alanlarında toplayarak parlamenter dokunulmazlığın verdiği güvenle "hiç kimse kardeşlerimize terörist dememizi beklemesin" şeklinde kendisi kadar çirkin nutuklar atan bir zihniyetin Kürtlüğünden çok ahlak bilincini tartışmak gerekir. Zira Kürtlük, Türk'ü de Kürt'ü de aşan bir mecrada tartışılır duruma gelmişse bunun sebebi yine Kürtlerdir.
Şovenist rejim uygulamaları, ayrımcı devlet yaklaşımı, kültürel ve sosyal baskılarla tahakküm eden resmi ideoloji bir tarafa, Marksist bir yabancılaşmayla iptida eden soysuzlaştırma siyasetinin halkların kardeşliği ve özgürlüğü adına "halk düşmanlığı"na dönüşmesi, meseleyi politik kriz olmaktan çıkarmış ve yabani bir hayvan yırtıcılığına mahkûm etmiştir.
Bu da elbette sadece Kürtlerin eliyle ve diliyle olmamıştır. Burada şövenist rejimin masumiyetine bir atıfta bulunduğum düşünülebilir.
Ama hayır. Mazlum bir Kürt, haksız ve ahlâksız bir Kürtten daha faziletli ve daha erdemlidir. Ceberut bir düzenin insanlık dışı zulüm ve ayrımcılığını kabul etmek soysuzluktur lakin, zulmü reva görenlerin onursuzluğu kadar mazlumiyetin de insan üzerinde bir soyluluk arması ya da onur gibi durması gerektiğini kabul etmek lazım. Hele hele soyundan ötürü zulme müstahak görülen bir ümmet söz konusu ise...
Tanrısını kaybeden bir mazlumun hakkıyla beraber onurunu da kaybedeceği meşhur bir aforizmadır. Hak arama bilinci "Hak"kın meşruiyet sınırlarını aşıyor ve mazlum kimliğine ahlaksızlıkla halel getiriyorsa konjonktürün zalimden yana kredi kullanması daha tabiidir. Ama hiç kimse hiç yoktan gerekçelerle var ettiği gerçeklerden kaçamaz.
Zira, var olan bir şeyden kaçmak onu yok etmeyecektir. Yok olmayan bir şeyin de, eninde sonunda mutlaka bir şekilde tanımlanması gerekecektir.
Sistemin inkarı ile Marksist-Leninist Kürtlerin istismarı arasında; insan pisliği yedirilen, yerinden yurdundan tehcire zorlanan, tarlası, bağı bahçesi var iken mevsimlik ırgatlıklara yada metropol varoşlarına yerleşerek işportacılığa mecbur edilen bir kavmin hakkı yada haksızlığı düşman elitlerin lütuf ve cezasına bırakılmışsa, her iki tarafın da kaybetme korkusu ile meseleye yaklaşması kaçınılmaz olur.
Cumhurbaşkanının Güneydoğu ziyareti ve onun yarattığı ilgi, diğerlerinin ilgisizlikle dışlanması anlamına geliyor bir bakıma. Cumhurbaşkanının neyin başı olarak ziyaret ettiğinin bir anlamı varsa soralım;
Hangi sıfatla gitti?
Başkomutan olarak gitti. Peki, Kürt halkı hangi başkomutanı böyle karşıladı.
Cumhurbaşkanı olarak gitti. Hangi cumhurbaşkanı bu kadar iltifata şayan oldu.
Ben başkomutan olarak ziyaret etmesinin daha anlamlı olacağını düşünüyor ve o kimliğin kullanılmış olmasını doğru buluyorum. Zira eski komutanlarla yeni komutanlar arasında mukayese yaparak doğrudan yana eğilim göstermeye hasret kalan Kürtlerin, başkomutanın şahsında siyasi düzenle aralarındaki duvarı yıkacağını ve bu bağlamda hak arama mücadelesini daha bilinçli bir mecraya sürükleyeceğini düşünüyorum.
Bu bilinç ve ayıkma DTP'lileri rahatsız eder. Bu ziyaretle Gül'ün dikeni elit Kürtlere barmış oldu. Zira bugüne kadar iki yanlıştan birini seçmeye mecbur edilen Kürtlerin mukayeseye tabii tuttuğu tüm şıklar birbirinin aynısı idi. Ve şıklar değişince parametreler altüst oldu.
Ama ya Cumhurbaşkanı Gül'ün cumhurla arasına koyduğu bilmem kaç yüz bordo bereli, bilmem kaç bin polis ve dahi kaç bölük asker…
Tam bir tiran, bir diktatörya karşılaması gibi…
Bir İdi Amin görüntüsü… Bir Saddam Hüseyin merasimi…
"Birruh, biddem, nefdike ya saddam" sloganlarıyla kanımız ve canımız feda olsun diyen Iraklılarla Saddam buluşmasını anımsattı, Gül ile halk arasında gezinen uzun namlulu askerler ve korumalar.
Bir cumhurbaşkanı halkıyla buluşmak için halkıyla arasına halktan daha fazla eli silahlı adam yerleştiriyorsa, sistem, yarattığı korkunun gücüyle hareket ediyor demektir.
Korkunun çözüm olduğu tek yer, gerçeklerden kaçarak sığınılan yalanlardır.
Cumhurbaşkanının Güneydoğu ziyareti mezarlıktan geçen birinin hortlak korkusundan çaldığı ıslığa benziyor.
Cumhurbaşkanının Kayseri'yi ziyaret ettiği gibi; rahat ve özgür ve askersiz ve silahsız ve güven içinde, güneydoğunun en ücra köşelerini gezeceği günler diliyoruz.
Kürt elitler kaybetti…
Rejimin sorunu yeni baştan ele alarak tanımlaması elzemdir.
Ve Kürtleri, vatanın genişlemesi ve milletin büyümesi adına kazanmak zorundadır.
Aksi halde her iki taraf da dönen her oyunda kulüpçüye komisyon bırakmaktan servetini tüketecek ve kazanan kumarı kuranlar olacaktır.